GÜNEŞ’İ BEKLERKEN…
Evimin
bir cephesi denize karşı ve ben her sabah güneşin doğuşunu bekleyerek güne
başlarım. Her gün bana, bir önceki günden daha farklı doğar sanki güneş. Çocukluğumdan
gelen alışkanlıklarımdan biridir, güneşin doğuşunu seyretmek. Bunları okurken
çok romantik bir insan olduğumu düşünenleriniz olacaktır muhakkak ama benim güneş
e karşı olan bu ilgim din öğretmenimizden dinlediğim ve çok etkilendiğim Hz.
Yusuf’un hikayesiyle başlar aslında...
Kardeşleri
tarafından, babası Hz. Yakup’un en sevgilisi olduğu için kıskanılarak kuyuya
atılır ve günlerce güneşi görmek için sabırla bekler Hz. Yusuf. Çok karanlık
geçen günler sonunda oradan geçen bir kabile tarafından bulunup kuyudan
çıkarılmasıyla güneşe güne kavuşan Yusuf, köle olarak satıldığı Mısır kralının
karısı Züleyha’nın aşkına karşılık vermediği için tekrar zindanlara atılır.
Yusuf’un
yıllarca süren güneşe hasret kaderi onun dünyada ki en büyük sınavıdır.
Karanlıklar içinde günlerce düşünür Yusuf. Bir zamanlar birbirlerini bu kadar
çok seven aynı şeylere inanan, aynı şeyleri düşünen kardeşleri şimdi ne
olmuştur da bu kadar büyük bir gaflet ve ihanet içinde olmuşlardır. Yusuf ne
yapmıştır da şeytan kardeşleriyle arasına girmiş ve onu bu karanlık kuyulara
attırmış ailesinden ayırmıştır. Her karanlığa düştüğünde Yaradan’a olan
inancını kaybetmeyen Yusuf, o görsün görmesin güneş in aynı güzellikte günü
aydınlattığına inanmış ve sonunda hak ettiği aydınlıklara kavuşmuştur.
Çok
önemli bir coğrafyada bulunan Türkiye, Ortadoğu ve Batının tam orta
yerleşkesinde, her iki kültüründe değerlerini birleştirerek oluşturduğu yeni
kimlikle dünya ya varlığını ispatlamış bir ülkedir. Hiç bir gücün bize bu
saatten sonra batılı ya da doğulu kimliği ile tanımlaması mümkün değildir. Müslüman
aynı zamanda medeni ve örnek bir ülkedir. Bu güne kadar bizim topraklarımız üzerinde
her türlü inanca yer verilmiş, her türlü inançtan insanlarla kardeşçe yaşamayı
başarmışızdır. Ezan sesleri ile çan sesleri yeri gelmiş birbirine karışmış
imamlar ile hahamlar rahipler aynı anda dua etmişlerdir. Fatih İstanbul’u fethettiğinde
ilk işi herkesi ibadetinde serbest bırakmak olmuştur. Batının alfabesini
almamız, şapkasını takmamız Müslümanlığımızdan hiçbir şeyi eksiltmemiştir.
Hızla gelişen dünyanın yarışı içinde asla geride kalmamış yetişemesek te
kimliğimizi bozmadan değerlerimizi koruyarak bu güne gelmeyi başarmışızdır.
Bir
elimiz Avrupa ile el sıkışırken bir elimiz Ortadoğu ile el sıkışmaktadır. Kurduğumuz
bu önemli köprü hem Müslümanlığın hem de medeniyetin gerçek köprüsüdür. Kurtuluş
savaşından bu güne sınırları çizilen bu ülkenin belki karasal savaşları bitmiş
ama üzerinde oynanan stratejik ve psikolojik savaşları asla son bulmamıştır.
Son
yıllarda dünyaya çizdiği yükseliş tablosuyla ciddi değerler kazanan ülkemiz
şimdi çok zor günler geçirmekte, dış güçlerin eleştirilerine ve kınamalarına
maruz kalmaktadır. Olayların gerçek boyutu anlaşılana kadar hepimize çok büyük
görevler düşmekte yazılanlar, söylenenler ileride birbirimizin yüzüne
bakamayacağımız boyutlara ulaşmamalıdır.
Bu
durum karşısında etkilenmemek kayıtsız kalmak ise imkansız. Beni en çok üzen ve
etkileyen şey ise bizim kardeş kardeşe düştüğümüz bu durum.
Bir
zamanlar aynı ideolojilere inanmış aynı insanlar şimdi stratejiler değişti diye
düşman mı olmalı?
Hangi
kardeş, hangi kardeşi kuyuya atmalı?
Biri
karanlıklarda kalırken, hangisi kazanmalı?
Tabi
ki hiçbiri olmamalı, olması gereken
Bu
polemikler biran önce son bulmalı
Oynanan
oyunlara gelinmemeli
Bu
ülke daha aydınlık güneşi beklerken, karanlıklarda kaybolmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder