Can Dost

Can dost

Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda

güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında

ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda

kör olup göremediğin barışta ,

din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda

bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada

seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda

tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun

yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde

var olan can dostta saklı yaşam...


yeşim ce...


her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...

9 Aralık 2013 Pazartesi



               TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA…!


              Bir varmış bir yokmuş iki ayrı cins olan aynı ormanda yaşayan  bir kaplumbağa ile tavşan varmış..Her şeye kaplumbağadan hızlı koştuğu için çabuk erişen tavşanın ormanda  her hakkı elde bulundurmasından sıkılan kaplumbağa bunun demokratik boyutlarda olması gerektiğini savuna savuna  tavşanı yarışa ikna etmiş..Koşu yarışması yapmayı teklif eden kaplumbağa ,kazanması karşılığında haklarda eşit olacaklarını söylemiş..Kaplumbağanın sırtındaki yükün ne olduğunu da, ne kadar ağır olduğunu da iyi bilen tavşan bıyık altı gülüp hiç itiraz etmeden yarışı kabul etmiş..  Kaplumbağaya ayrıca avans vererek o yükle hiçbir şey yapamayacağını bilip demokratikliği de elden bırakmadan içi çok rahat uykuya dalmış…Aradan geçen zamanın farkına varamayan tavşan bir uyanmış ki kaplumbağa yarışı kazanmak üzere . Hızla koşmaya başlamasına rağmen azimle yol alan her şeye rağmen çalışan kaplumbağa ya yenilmiş..Şimdi durup dururken bu hikayede neyin nesi demeyin…!


       

                                                              &


        Malumunuz  bu hafta 5 aralık gibi biz kadınlar için çok önemli bir tarihi de içinde bulunduruyordu.Cennette işledikleri suçtan dolayı aynı dünyaya aynı anda gönderilmiş iki ayrı cinsin yıllar süren ve sürecek olan hatta her gün daha da hummalı bir hale gelen cinsiyet eşitliği mücadelesinin ilk başarılı adımlarından birinin atıldığı gündü bu gün..

Aynı  tarihte Halk  gazetesinde yaklaşan yerel seçimlerden dolayı merkez ve ilçelerdeki sadece AK PARTİ belediye başkanı aday adaylarının tam iki sayfa kocaman listesini yayınlamıştı.Hemen gözümün önüne gelen bu liste bunca yıldır katettiğimiz yolu bir kez daha gösteriyordu. 17 ilçede 97 aday arasında iki tane kadın resmi yer alıyordu…Birisi Canik Belediye si başkan adayı Tülay Özçelik Kavras ,bir tanesi de Alaçam Belediyesi başkan adayı Ebru Nur. Bu iki cesur ve başarılı kadının o kadar erkek aday içinde dez avantajlı mı avantajlı mı olduğu ise kestirmek mümkün değildi..Aileden sorumlu ilk  ve tek kadın bakanımız  Fatma Şahin de Gaziantep Belediye başkan adayı olmasıyla birlikte beni daha da büyük bir merak aldı.Fatma Hanım acaba belediye başkanı olursa bakanlıktaki tek koltuğumuzda  olan hakkımız baki kalacak mıydı…

5 ARALIK 1934 yılından bu güne nerdeyse tam 80 yıl geçmiş olmasına rağmen biz nerde hata yapmıştık da  hala bu yarışta yüzdelere bakınca bir kaplumbağa kadar  olamamıştık…

Oysa çocukken öğrendiğim hikayede her şeye rağmen kaplumbağa kazanmıştı Burda  bir eksiklik  olmalıydı.


Kim ne derse desin bizim sırtımızda ki yükle pek fazla hata yapma şansımız yoktu.Bence hata sırtımızdaki yükü yok sayıp bizle kendini eşit görüp ben yapabiliyorum oda yapsın diyen  bir türlü hikayedeki avantajı verip uyumayan tavşandaydı...


                                                                                                Yeşim GÜRSOY


1 Aralık 2013 Pazar



VE GİTTİM……

Çok direndi ayaklarım..!
Ben adım atmak istedikçe ,taş kesildiler ,kımıldayamadılar.
Nefessiz kaldı soluklarım..!
Beynim nefes almayı düşünürken ,ayaklarımı unuttular..
Olsun dedi yüreğim, bırak böyle olsun…!
Kör ol,Sağır ol,Dilsiz Ol….
Onlar Haklı , sen Haksız ol..
Fotoğraflar konuşamaz dedi aklım
Gösterdiğin fotoğrafta hep mutlu ol..

Çok direndi gözlerim..!
Öfke yüklüyken anlatamamak zordu içindeki isyanı
Sevgi dolu bakmaya çalışmak
Tersine akıtmak zordu gözyaşlarını..
Güçlü durmak varken
Neydi o yanaklara süzülen damlalar…

Çok direndi sessizliğim..!
Edepsizce konuşan bir sürü sesliye
Ben buyum diyen
Pervasız edepsizliğe…
Haddini aşan boş beyinlerin hayallerine..

Çok  direndi ellerim …!
Bir anda kesip atmamak,
Kötü günde yarı yolda bırakmamak,
Haketsede hak ettiğini yaşatmamak ,
İnsanlığımı kötülerin yok etmesine izin vermemek için..

Çok direndi bedenim,
Çünkü oda iyi biliyordu ki
Bir giderse, bir daha gelmez
Bir kere silerse,bir daha yazmaz,
Bir konuşursa ,bir daha susmaz..
İşte bu yüzden gitmem gerek dedim..

VE GİTTİM…





21 Ekim 2013 Pazartesi

EN SESLİ VAROLUŞTUR ASLINDA SESSİZLİK......

Nasıl bir kelimedir ki sözlük anlamıyla gerçek anlamı arasında  derin uçurumlar saklıdır. Sözlük anlamında tam bir sakinliği ifade ederken aslında ya büyük bir fırtına öncesini, ya tam fırtınanın ortasındaki sesi çıkmaz çaresizliği, ya da fırtına sonrası yorgunluğu ifade etmektedir...
Belki bir inkar, belki bir çaresizlik, belki de kelimelerin artık yetmediği noktada başlar o anlam verilmeyen sessizlik içindeki çığlıklar… Bir sen duyarsın o sessizliğin sahibi olarak, herkesin durgunluğunu sorguladığı o anda seni sağır edecek derecede içinde patlayan sesler ve diline dökülemeyen kelimelerin o sessizlik içinde kendini yerden yere vurmasıdır sessizlik...
Kollar yorulmuş, ayaklar tutmaz olmuş, kalp taşımaz, ruh hissetmez olmuştur. Her yükü kendi çekmiş zoru başarmış beden artık kimseyi istemez, geç kalmış adımlara karşılık vermez olmuştur. İşte bu noktada çokta boştur her şey. Her şeyi bilen adını tecrübe koyup sen ne yaşadın demeyen bir sürü fikir içinde kendini bir kelebek gibi kozanın içine saklamış  kendi dünyasında yeniden oluşmak için beklemektedir, yine sessiz, yine sakin, yine emindir yaptığı her şeyden...
"Mevla" der sığınır, işini Yaradan’a bırakır o sessizlik... Birçok anının içinden geçmiş, birçok savaşın isyan eden tepkisidir belki de, kimine göre alınan bir intikam, kimine göre değmez dereceye gelmiş kelimelerin saklanışı ve bir sürü sesle en sessiz dansı yapan tek partnerdir. Hayatında zaten yeteri kadar çok konuşan insan varken birde senin kelimelerinin gereksizliğidir sessizlik. Bazen de en çok istediğin ama olması imkansız şeylerin kendi dünyana gömülüşüyle birlikte onun için tuttuğun yastır.. Mevla'ya sığınıp ondan umut kesilmeyeceğinin duasıdır. Neleri hak ettiğinin, neleri hak edeceğinin ya da nelere hakkın olduğunun muhakemesi ve seçtiğin zorlu yolun belki de ilk duruş noktasıdır.
Konuştukça kırılan dökülen belki de seni hiç temsil etmeyen bir sürü anlamsız kelimenin hayatına hiç sokulmayışıdır. Ördüğün o kalın duvarların üstüne bir kat daha sıva atmaktır belki de… Kimse içeri grip seni asla üzemesin, sessizliğinle koruduğun her şeye zarar vermesin diye dünyayla aranda kelimeler ile kurulu köprünün kapılarının kapanmasıdır. İşte bu yüzden düşünen her insan kendi içinde biraz sessiz o sessizlikte kendince korumalı bir huzurun içinde dünyayı seyretmektedir... Kendi mavi pencerenden mavi bulutların altında masmavi ışıklar içinde yeniden  belki de…

EN SESLİ VAROLUŞTUR ASLINDA SESSİZLİK.............

                                                                                                               Yeşim......

9 Ağustos 2013 Cuma

EN BÜYÜK İBADET SEVEBİLMEKTİR..

Güneş karanlıklar içinden o sarı kollarını yavaş yavaş çıkarırken, gecenin zifiri karanlığına inatla ışık olan yıldızlar kaybolur hafif bir kırmızılıkla gün ağarır. Her sabah bu manzarayı seyretmek beni çok mutlu eder ve bir o kadar da düşündürür. Her yeni gün yeni bir umut, yeni bir doğuştur benim için.

Ne güzel düşünmüş yaratıcı büyük güç derim içimden. Ya hep gündüz olsaydı ya da hep gece. O zaman bilebilir miydik güneşin doğuşunun ve batışının bu kadar gizemli olabileceğini, karanlıklara saklanan yıldızların bize yukarıdan böylesine güzel göz kırpabileceğini, o muhteşem görüntüsü için yüzlerce şarkı yazılan mehtap ışığında aşıkların bir başka görüneceğini.

Alemler içinde bir başka alem olan insanoğlu kendine sunulan bu güzelliklerin farkında mıydı acaba. Her varoluşun ayrı bir sebebe sonuç oluşu, asıl yaşama sebebimizin birbirimize olan ihtiyacımız olduğu ve şükrü görebilmek için dertlerimizin bile birbirimizi teselli konusu olduğu.

Ne zaman hasta ziyaretine gitsek, ne zaman bir yas evinde insanların  acılarını görsek ne zaman bir yetimin gözyaşlarına şahit olsak şükretmez miyiz  Hasta olan biz olmadığımız için, ölenin bizim yakınımız olmadığı için ya da o yetimin bizim çocuğumuz olmadığı için. İşte burada yine düşünürüm, şükür ne kadar doğrudur bu noktada. Şükür ettiğimiz durum onların yerinde olmadığımız için midir, yoksa onları tanımamıza vesile olan büyük güce bize bu fırsatı verip onlara el uzatabilmemiz için midir?

İşte merhamet burada başlar insanın tam yüreğinin içinde. Yaşam muhakemesi olmayanın merhameti de yoktur bence. Hayatı sadece kendi ekseninde gören etrafına kör bakan, ne kendine verilenlerin kıymetini bilebilir, ne de insan olabilmenin şefkatini yaşayabilir yüreğinde. İnsana verilen en güzel özelliklerden biri sevebilmektir. Sevmeyi bilebilmektir. Sadece yaratılan iki farklı fıtratın aşk ı değildir sevmek. Uçan bir kuşun kanadına, rengarenk boyanmış kelebeğin desenlerine, çiçeklerin göbeğinde saklı minicik tohumlarda saklıdır sevmek.

Yaradanı sevince onun yarattığı her şey başka görünür insanın gözüne. O'nun o sık dokuyan ince eleyen akıl almaz gücü şaşırtır her defasında. Nasıl dersin nasıl düşünmüş bu kadar ayrıntıyı, nasıl bir çeşitlilik, nasıl bir seçenek. İşte orada aşık olursun ona her defasında yeniden hayran olursun. İçindeki onu tasavvur edemediğin şeklini çizersin ve hayaline sığmaz bir güzellik olduğuna inanır ona aşkını ispatlamak istersin.

Yarattıklarını severek, ona layık olanlara dokunarak yapmanı istediklerini yaparak ibadet edersin. Onun insanoğluna bahşettiği Aşk da böyle değil midir? Sevdiğine tapmaz mı insan, gözünün içine bakmaz mı, özlediğinde içi içine sığmaz mı, onun için ne yapacağını şaşırmaz mı? İşte yaradana ibadette burada başlar merhametle sevginin aşkıdır ibadet. Sevgi de saklı olan huzur gibidir merhamet. Senden medet olana derman olmak, elini vermek, ona dokunduğunda yaradana bir adım daha yaklaştığını hissetmek gibi. En sevdiğine olan aşkı yaşarken ona bir kez daha aşık olmak gibi. Şimdi bir düşünün hayatınızda her şeyi güzel gören kaç tane insan var.

Sorgulayın etrafınızdakileri ne kadar aşıklar, Yaradana. Ne kadar merhametliler, ne kadar çözmüşler sevmenin sırrını. Oysaki istenen tek şey sadece sevmek. Sevmenin gerçek sırrına erebilmek, tıpkı Yunus'un dizelerinde ki gibi. Çok kısa olan hayatımızda bu sırra erenlerden gerçek aşkı yaşayabilenlerden onlarla buluşabilenlerden olmak dileğiyle.

                                                                                                  YEŞİM.....

MERHAMET GÜZELİ GÖREBİLMEKTİR
SEVMENİN SIRRINA EREBİLMEKTİR
CİHAN ALEM BİLSİN Kİ ŞUNU
EN BÜYÜK İBADET SEVEBİLMEKTİR....

YUNUS EMRE        



          

TAHTA TAKUNYALARIM VE TIKIRTISINDA SAKLI BAYRAMLAR

Tıkır tıkır ayağımdaki tahta takunyalarımın sesi hala dün gibi .En çok sevdiğim terliklerimdi, dedemin Tokat tan getirttiği tahta takunyalar..Her yıl yenisi gelirdi..ayaklarım büyüdüğü için .



Dedem söylemeden yaz başı ayağımda olurlardı…Küçücük hafif topukları vardı tabanında. Kim yapıyorsa bir başka güzel yapıyordu o takunyaları..Tek sıkıntısı oda bana göre değil ama anneme göre yürürken çıkarttığı tıkırtılardı…

Bizim evimiz bahçe içinde iki katlı önünde boydan boya bir asması olan çok güzel bir evdi..Üst katta dedemler alt katta biz otururduk..iki katı birbirine bağlayan merdivenler ise benim her gün kova kova sularla oynayarak akıtmayı çok sevdiğim ,  en az yüz defa tahta takunyalarımla inip çıktığım çocukluğumun en eğlenceli mekanlarından biriydi..

Yeni takunyalarımın geldiği ilk zamanlar dışarıda giymeye kıyamazdım onları..Sadece evin içinde, birde bizim merdivenlerde inip çıkarken..Sonra dayanamaz dedemle toptancılar arastasına giderken bir gün giyerdim.. O takunyalarla yürümenin keyfi anlatmak mümkün değil..hele birde birisi ^ne kadar güzel takunyaların varmış.^dediyse değmeyin keyfime…

Toplu yaşama gecene kadar yani dedemlerin evinden bir sokak aşşağıda yeni yapılan apartmanın beşinci katına taşınana kadar takunyalarım ve ben çok mutluyduk..

Annem asansörümüz olmasına rağmen o zamanlar çok kesilen elektriklerimiz yüzünden içinde kalır korkarım korkusuyla tek başıma binmeme izin vermezdi..Bu yüzden beş katı tahta takunyalarımla hemde atlayıp zıplayarak inip çıkardım, takii alt kat komşumuz ptt de çalışan Sebahattin amca nın bir sabah yine o merdivenlerden üçer beşer atladığım anda kapıyı can hıraş kızgın bir yüzle açıp bana

----- bir daha bu merdivenleri o takunyalarla koşarak değil yürüyerek bile inersen takunyalarını elinden alırım ..

Diyene kadar…

Zaten çok ses yapıyor diye kızan bir annem varken biz şimdi nerden bu apartmana taşınıpta benim huzurumu kaçırmıştk anlayamamıştım hiç..Bana çok kızan olmadığı için bu sert tepki beni epey bir ağlatmıştı o zamanlar..Oysa ki beni çok seviyorlardı..Onların cocukları olmadığını söylemişti annem..Tatile gidip döndüklerinde ismimin yazılı olduğu boncuktan bir kolye getirmişlerdi hatta bana..Şimdi ne olmuştuda bu kadarcık tıkırtıya bu kadar kızmışlardı..Annem haklı olduklarını bir daha o terlikleri giymemem gerktiğini söylediği zaman ki kızgınlığım küskünlüğüm ise tarifi çok zor.

Takunyalarımı giymeme baskısına çok dayanamadım..Anneme yalvar yakar merdivenleri yavaş yavaş ineceğime söz verip yine takunyalarıma geri döndüm..Ama beş kat parmaklarımın ucunda hemde tahta takunyalarla yavaş yavaş bitmek bilmiyor.

Benim gibi sabırsız biri için çok uzun bir süre..Neyse onada bir zaman sonra bir çözüm buldum.Evden çıktıktan sonra takunyalarımı elime alıyor istediğim gibi atlayıp zıplayıp iniyor en alt katta tekrar takunyalarımı giyiyordum…

O yıl apartmanda ilk bayramımızdı .Ve sebahattin amcaların bize bayram ziyareti.Annemin hadi kızım el öp demesiyle zorla giden ayaklarım.Eşi Belgin teyze bu duruma çok üzülmüş olmalıydı ki elinde pakete sarılmış bir kutu bana hediye edildi..Sebahattin amca ise bıyık altı bir gülüşle bunları istediğin kadar giyebilirsin ses yapmazlar diyince paketi açtım..
İçinden Esem marka bir ortapetik lacivert terlik çıktı..Nasılda sevimsizlerdi benim tahta takunyalarımın yanında.Ayıp olmasın diye teşekkür ettim ve onların yanında giydim..Bu son giyişimdi zaten o terlikleri . Kapıcının kızı Esma ya hediye edip kurtulana kadar giymemek için her yolu denedim..

Şimdi yine bir bayram ve aklımda takunyalarım..Hoplayıp zıpladığım çocukça sevinçlerim..Dedemi babaannemi özlediğim o güzel günlerim..Bayram sabahı mis gibi fırından yeni çıkmış ekmek kokularıyla camiden gelen ve gelir gelmez gidip pamuk sakallarına sarıldığım dedem .Elini öper öpmez mendil içinden çıkan küçük burma bilezikte bayram hediyem ve tahta takunyalarım..

Bana saray olan o güzel iki katlı ev ve içinde beni prenses gibi yaşatan sevdiklerim..Hiç unutmuyorum ,hiç unutmayacağım..o güzel bayramların tadınıda sizleride.

Kocaman bir SELAM gönderiyorum..beyaz pamuk yüklü bulutların ötesine cennet çok uzakta diye..Aslında tam kalbimin içinde bana çok yakın olduğunuz yerden sesleniyorum size..

Sizden aldığım huzuru dağıttığım sevdiklerimle birlikte nice güzel bayramlar görmek sizi anmak, yaşamak, yaşatmak umuduyla iyi bayramlar herkese….

                                                                                                                 YEŞİM……..

        
                                        
     

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Ben anne oldum

BEN ANNE OLDUM...
(Her hamile kadın bir mucizenin temsilcisidir.. 
Mucizeyle ilgilenelim vesileyle değil... )
23 yaşındaydım doktorum bana anne olacaksın dediğinde..belkide bir kadının duymak isteyeceği en güzel kelime ANNE ...
İlk ay kontrole gittiğimde ultrasonda görünen fasulye ..
İkinci ayda ultrasonda bir kurbağa.. 
Ama üçüncü aydan sonra gözlerim hep ekranda .. Küçücük gövdede cılız kollar ve ayaklara bağlı kocaman bir baş..
Beşinci aydan sonra içimde hep bir korku .. Hiç hissetmediğim duygular.. Yürüken uyurken yemek yerken korkuyorum..
Yavaş yavaş büyüyen karnıma baktıkça hiç büyük bir karın görmüyorum.. 
Birden sanki şeffaflaşıyor her şey ve ben o şeffaflığın içinde içimdeki yavaş yavaş büyüyen o varlığın ellerini kollarını kıvrılmış duruşunu görüyorum.. 
Yedinci ayda ellerimi karnıma her koyduğumda bana uzanan ellerini ellerime dokunan ayaklarını hissediyorum..
Geceleri yatarken ne zaman yan dönsem onun rahatsız olacağını düşünüp ellerimle acaba ne tarafta yatıyor diye düşünüp ben rahatsız olsam da onu düşünerek uyuyorum..
Ben anne oluyorum.. Ama aynı zamanda bir evrim geçiriyorum.. Ellerim ayaklarım kocaman bir karnım.. Ağrıyan belim ayaklarım..
Daha sayamayacağım bir sürü değişiklik oluyor vücudumda...
Ama görmüyorum hiç birini umursamıyorum.. Çünkü şeffaflaşan karnımın içindeki Allah'ın mucizesi bana verilen o büyük nimet... 
Nasıl nefes alıyor o suyun içinde ...
Nasıl bağlı bana o hortumla nasıl besleniyor..
Ben ona dokununca o da bana dokunuyor..
Bedenimde bir küçük beden
Canımda bir küçük can...
Bir melekken gönderildiği yerden bir insan oluyor içimde...
Buna bir vesile veren ya Rab .. 
Bu mucizeyi görsünler diye beni anne yapıyor.. 
Duygularımı kimyamı değiştiriyor her gün...
Ama sadece bana değil bu mesaj beni gören herkese...
Bak diyor...
Bir can içinde bir can daha yarattım...
Sebebi bir hiç .. Mucizesi anlatılmaz...
İşte ben böyle bir gücüm.. Yoktan var ederim...
Ben anne oldum... 
Ben mucizeyle buluştum..
O isteseydi bölünerek ürerdik...
O isteseydi yumurtadan çıkardık..
O böyle istedi... 
O yüzden vesile ile değil mucize ile ilgilenelim..


15 Temmuz 2013 Pazartesi

Çağrı Merkezi Kursu


Hen engelli hem kadın olmak şartıyla çifte pozitif ayrımcılık yaparak açtığımız çağrı merkezi kursumuzda kursu başarıyla tamamlayan kursiyerlerimize iş imkanı sağlayarak akademi grup bünyesinde istihdam ederek,onlarında toplumda fırsat verilirse başarılı olabileceklerini ve engellerinin topluma karışmak için engel yaratmadığını gösterdik...

örnek teşkil den çalışmamız diğer çağrı merkezlerininde bu konuda çeşitli hassasiyetler göstermesine sebep oldu ..bu sonuç projenin istenilen farkındalığı yakaladığını bir gösterdi bizlere...











Çarpana Dokuma

ÇARPANA DOKUMA

Kurulun çalışma esaslarında kadına girişimcilik ruhunu kazandırıp istihdam yaratmaktı..

2007 yılında kurulan kurulun ilk projesi o dönemin başkanı Adnan Sakoğlu'nun gelen ziyaretçilere hediye edecek hiç bir şey bulamıyoruz Samsun'a özgü bir el sanatımız yok mu hediye ederken bizde ili yansıtalım dedi..

Bunun üzerine merkez ve ilçeler dahil olmak üzere samsun olgunlaşma, kız meslek lisesi, kültür turizm müdürlüğü dahil olmak üzere birçok araştırma yaptık..ancak çok kozmopolit bir yapıya sahip olan samsun için böyle bir yöresellik mümkün değildi..tam olumsuz bir başlangıç derken kız meslek lisesinde ÇARPANA denen bir kuşak dokuma kursundan yüzlerce insanın mezun olduğunu gördük.. araştırınca bu kuşağın aslında kurtuluş savaşına uzanan bir hikayesi olduğunu kalın halat lazım olduğu bir anda köydeki kadınların bütün örgü yelek elbise hırka ne varsa sökerek bunları tekrar ip haline getirip kare levhalara delik açarak elde ettikleri malzemeye ipleri bağlayıp tezgahsız kalın kuşak dokuduklarını öğrendik..kurulumundan desen dizaynına kadar tam bir zeka işi olan ÇARPANA'nın o yılların zorluğuna karşın desen ve renk birlikteliğiyle kadını yansıtması inanılmazdı..

Hemen bu dokumayı simli floşlu iplerle dokuyarak lokum kutularının üzerine monte ettik.. İçine lokum doldurup kapağına da orjinal bir şekilde hem Türkçe hem İngilizce hikayeyi yazıp birkaç resimle süsleyip 1000 tane iş adamına şeker bayramında oda adına gönderdik..

İşte o gün başlayan hikaye 2009 yılında ÇARPANA'nın ben ve iki arkadaşım tarafından şirketleşerek hayata geçmesine sebep oldu.. Şu anda ÇARPANA 2011 yılından itibaren ortaklarımın ayrılmasıyla benim yürüttüğüm bir şirket olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.. ÇARPANA'dan yastıklar, çantalar, şapkalar, yelekler abiye kıyafetler, kemerler, ayakkabılar, sayısız  çeşit ürün elde ederek onu pazara kazandırdık.. tabii ÇARPANA'nın keşfi Türk el sanatlarına da el atmama sebep oldu.. İçine oya, kanaviçe dantel, tel kırma derken Türk kadının yaşatan her şey dahil oldu.ve çarpana aslında bir misyonu da üstlenmişti. Şehir ölçeğinde ulusal basına kadar taşınan bu yapı ilin içinde Ayvacık ilçesinde bir atölye ve kadın kültür evinin kurulmasına kadar uzanan bir başarı öyküsü de yakaladı. ÇARPANA Antalya'da yöreks ( yöresel ürünler fuarına ) katıldı..

Ve en son ÇARPANA CEMİL İPEKÇİ koleksiyonunda yer almak için gerekli görüşmeler yapıldı..ve samsun markası olarak işlenmek üzere yeni bir başlangıç yaptı. ÇARPANA aynı zamanda Ayvacıklı hanımlarında başarıyla hayata geçirdiği bir çok ürüne yansıyarak orda yapılan kurs sonucu AYVACIK KADIN KÜLTÜR EVİ açılmasına sebep olacak bir yolculuğa da eşlik etti.  tarihin önemli bir çok noktasında görev yapan bu dokumanın bizim şehrimize ait özelliklerle özdeşleşip bir samsun markası yaratmak içinde  her türlü çabayı göstermiş bulunmaktadır. 

















İş hayatında kadınlara ve gençlere yönelik fırsatlar

İŞ HAYATIN DA KADINLARA VE GENÇLERE YÖNELİK FIRSATLAR


2009 yılında  sahada yaptığımız çalışmalarda gördük ki aslında bizde dahil üniversite bitmiş dahi olsa ticari hayata atılırken tamamen denem yanılma yada daha önceki örnekleri kopyalama yöntemiyle çalışıyor ve hayata atılıyoruz..

Devletin verdiği destekler alınan hibeler veya özendirici teşviklerin çoğu bu bilinçsiz atılımlar yüzünden hayata geçmemekte ve hatta birçok insan büyük zararlar görmekte..küçük esnaf rekabetçi ortamda erimekte..yeni gençlik iş kurma noktasında tereddütte ve kadınlar hepten ürkek bir yapıyla hiçbir şeye cesaret edememekte..

Kurul üyemiz olan aynı zamanda İngiltere de de öğretim görevlisi olarak görev yapan bir arkadaşımızın önerisiyle İngiltere deki modeli anlatmak dünya buna nasıl bir çözüm getirmiş arayışıyla bu örneği şehrimize anlatmak üzere İngiltere iş geliştirme uzman ve danışmanı bir konuk ağırladık..

İlimizdeki birçok iş adamı ve iş kadının davet ederek büyük bir çalıştay yaptık..İngiltere ticaret odalarının para asıl danışmana teslim edilip rekabet ortamından kartvizitine kadar her şeyi planlayıp hem girişimciyi verdiği destekle güvende tutmakta hem de verdiği destek krediyi doğru harcatarak israfı önleyip başarıyı sağlamakta büyük önem taşıyan bu danışmanlarla ticaret odalarının asıl amacına hizmet etmektedir..

Çalıştay dünya ve Türkiye örnekleri ticaret oda çalışma sistemleri gibi birçok konuyu işlenmesi ve fikir alış ve verişleriyle iki gün boyunca başarıyla sonuçlandı..tabii bizde çok bir şey değişmedi..hala kosgep onbeş günde girişimci eğitimi verip proje yaptırıp ciddi bir rakamı girİşimciye teslim edip hadi rast gelsin demeye devam etmekte..aynı şey mikrokredi ve diğer teşvikler içinde geçerli..ne işve işçi bulma kurumlarında ne oda borsa ve esnaf odalarında nede kosgepte böyle bir arge çalışması yapacak danışmanlar hala mevcut değil..zaten verilen proje ve hibelerin yüzde dönüşlerine bakılırsa ziyan olan para alınan paradan daha çok borçla batan insanlar ve bir sürü sıkıntılar işin cabası..


DÜŞÜNDÜM BULDUM İŞİMİ KURDUM

Bu projeyide tamamen üniversite mezunu akademik kariyerini tamamlamış fikri olan veya ticaret yapmak isteyen gençler için planladık..çünkü okulların bitmesiyle ellerindeki bilgi birikimini ticarete dökmek isteyecek bu gençlerin fikirleriyle yeni girişimler çıkabilir diye düşündük..dört ay boyunca bir danışmanlık firması ve omü den aldığımız destek ve rol model iş adamı kadınlarla bu projeyi tamamladık..çok güzel fikriler geldi..ama hepsi finans noktasında sıkıntı yaşıyordu..özellikle iki proje çok etkiliydi..üniversite mezunu gençlerin bu kurs sayesinde aslında staj noktasında çok az eğitim aldıklarını teorik eğitim kadar o sıralarda pratik eğitilmede tanışmaları gerektiğinin sonucunun çıkararak o saatten itibaren üniversite ve oda iş birliğiyle en az ikinci sınıftan sonra bu çocukların iş yerlerinde staj görmeleri için gerekli görüşme girişimleri başlattık..çünkü gördük ki işletme bölümü mezunu çocuklar son sınıfta üç ay staj almakta..buda iş yerine adapte süresinden bile az bir zamana denk gelmekte..

Bu çalışmanın uygulamasını yaptığımız birkaç şirkette stajını yapan arkadaşlar mezuniyet sonrası işe devam ettiler..ve şu anda ticaret ve sanayi odası işbirliğiyle omü tarafından bu işbirlik esasli çalışmalar devam etmekte…












13 Temmuz 2013 Cumartesi

Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar, onlar oluşurlar

GÜZEL İNSANLAR ÖYLECE ORTAYA ÇIKMAZLAR ; ONLAR OLUŞURLAR.....!!!!!!!!!!!

Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır.
Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, duyarlılık ve anlayışla; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludurlar.

Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar oluşurlar.'

11 Temmuz 2013 Perşembe

Can dost

Can dost
Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda,
güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında
ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda
kör olup göremediğin barışta ,
din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda
bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada
seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda
tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun
yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde
var olan can dostta saklı yaşam...

yeşim ce...

her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle.
..