Can Dost
Can dost
Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda
güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında
ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda
kör olup göremediğin barışta ,
din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda
bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada
seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda
tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun
yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde
var olan can dostta saklı yaşam...
yeşim ce...
her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...
12 Kasım 2017 Pazar
GÖNÜL DAĞI
https://youtu.be/7yQI2mUX7Rc
Ne zaman Neşat Ertaş ın Gönül Dağı türküsünü dinlesem hep Anadolu canlanır gözümde..
Pamuk tarlalarında ki işçiler, yol boyu çadırlar geçer gözümün önünden.
Alaçam da çeltik tarlalarında diz üstü kara lastik çizmelerle suyun içinde ki boy boy insanlar..
Vezirköprüde ki çoban kadınlar..
Ayvacık ta dev kazanlarda pekmez yapan, Yeşilırmak a doğru derin derin duygularla dalan canlar.
Rize de çay bahçelerinde o yeşil denizde peştamalli yurdum insanı...
Nedense odun ateşinin közünde demlenmiş çay gibidir bende kırsal
Özü bozulmasın diye öğretilerine değerlerine sahip çıkan saf temiz yurdum insanı.
Çayın tadı bozulmasın diye kıtlama şekerlerin tereklerde yer aldığı günler benim çocukluğumda kaldı belli.
Ama bende ki Anadolu hep o demli çay tadında.
Her ne kadar bugün Anadolu eski Anadolu olmasa da.
Konum gereği çok zor bir coğrafyanın çocuklarıyız.
Hızla gelişen, dönüşen, değişen dünyaya Anadolu kültüründen geçiş hiç de kolay olmuyor.
Hepimiz ayrı kulvarlarda bu hızlı düzene ayak uydurmak için çabalayıp duruyoruz.
Genel kültür, gelenek görenek derken sürdürülegelen alışkanlıklarımızı bir kenara bırakıp ülke olarak biranda uyum sağlamamızda beklenemez.
Değerlerimizi koruyarak, yaşatarak yeni dünyanın hızını yakalamaya çalışmakta en çok zorlandığımız konu ise detaylı, ölçülü düşünme ve sonuç odaklı çalışma yeteneğimizin gelişmemiş olması.
Olduğumuz yeri varetmek yerine hep daha iyi için bir yerlere gitme, göçme telaşındayız.
Olduğumuz yerde olgunlaşıp meyve veremiyoruz, hemşehricilik duygularımız çok zayıf.
Ne eski yapılarımızı ne de eski bize ait geleneklerimizi koruyabiliyor özünde yaşatabiliyoruz.
Olduğun yerde olgunlaşmak için gönül dağının, can özünün nereye aktığını iyi bilmek gerekiyor.
İşte orda başlıyor hemşehricilik, süreklilik, mülkiyet duygusu, mekansal varoluş çok önemli kök salmada olduğun yeri var etmekte..
Son yıllarda en çok üzüldüğüm konulardan biriside eskiye olan hürmetin azalması ve günden güne hoyratlaşan bir toplumsal düzen..
Yeniye karşı doğru eğri demeden olan düşkünlük ise bence artık korkutan boyutlarda..
Çevremizi, fiziğimizi, kıyafetimizi değiştirerek bir yerlere ayak uydurma telaşındayız.
Tatil tatil, mekan mekan gezerek rahatlama çabalarındayız..
Oysa ki atladığımız en önemli şey ruhumuzun yenilenmesi değil mi?
Düşünmeden, sorgulamadan bize on gömlek büyük gelen bir giysiye bürünmek, en lüks yerlerde yaşamak, en lüks arabalara binmek neyi değiştirir.
Onların içindeki ruh aynı yerindeyse, nereye gitsen senle gelmez mi?
Bugün sadece kendi şehrimizde ki göç oranlarına bakınca, göç hikayelerini dinleyince, oturup bir köşeye alış veriş merkezinde ki o ilginç manzaraları seyredince hep daha derin sorgularım..
Doğduğun huzur bulduğun yerde var olmak mı..
Doyduğum yer deyip özünü geride bırakıp oraya kök salmaya çalışmak mı..!
Neşat Ertaş la başladım yine onla bitireyim bu yazımıda..
'' Gönülle yaşarsam dünya benim
Gönülsüz yaşarsam dünyayı neyleyim.''
Yeşim...
29 Ekim 2017 Pazar
NE BÜKE BİLEN, NE ÖPE BİLEN ZİHNİYETLERE İTHAFEN…!
1993-2002 yılları arasında tam dokuz yılım, Ondokuzmayıs
Üniversitesi dahiliye, nöroloji, nöroşiroloji bölümlerinin içinde geçti.
Bu dokuz yılın en az beş yılını, o koridorlarda
koşuşturarak, kaldığımız odaların camlarından her sabah gelen ve her akşam giden
arabaların sayıları sayarak geçirdim.
Sayısız doktor, akademisyen, hemşire arkadaşlarım vardı, hep
yanımızdaydılar, onlara uzun yıllar ve tedaviler aşamasında bir o kadarı daha
eklendi.
Hayatımız da peşpeşe yaşanılan talihsizlikler, herkesi
etkiliyor, mücadelemizi görüyor bizi rahat ettirsinler diye hepsi görevlerinin
üstünde çaba harcıyorlardı..
Ne yazık ki biz üç hastamızı da oradan sağ çıkaramadık.
Ellerimizden kayıp gittiler.
Ben ki hastaneden, kokusundan, her şeyinden ireti olan
biriyken, söz konusu kendi canın kanın olunca hiçbir yerine dokunamadığım
hastanenin en uygun köşelerine kafamı dayayarak uyudum.
Ben ki bebek kakasından tiksinen, çaresiz kalınca
dayanamayıp hiç tanımadığım hastaların altını aldım, tükürüğü boğacak hemşire
gelene kadar geç kalacak diye aspire makinalarıyla kaba olucak ama tıbbi adıyla
balgam temizledim.
Ben ki ölü kelimesinden bile korkan ben,
bir beden bir ruhtan nasıl ayrılıyor, o can nasıl veriliyor,
o koku, o ten pembeden sarıya nasıl geçiyor, salavat nasıl veriliyor, ya da
verilemiyor çok şahitliğini yaptım.
VE BEN
O odalarda 2000 li yıllarda, nöroloji bölümünde dayısı
tarafından tecavüz edilmiş iki yaşındaki bir bebeğin annesinin ''Allah ım onu
böyle yaşatma al'' feryatlarıyla ensestle tanıştım.
Belki bunu da yazmam çok doğru değil ama benim niyetimi
bilenlerin anlayışına sığınarak yazıyorum;
Dedem toptan zahireci, babam kabzımal olduğu için kilo
bilmeden büyüyen, para kavramı olmayan, yokluk görmeyen ben, parasızlık ne
demek onu da çok acı gerçeklerle öğrendim.
Kan parası, can pazarı ne demekmiş, kan almak için cebinde parası yetmeyen bir evlatla, hastanelerde kanını sermaye yapmış kaçak satarak çocuklarına ekmek götürmeye çalışan bir babanın içime kazınan sahnelerini seyrederek öğrendim.
Kan parası, can pazarı ne demekmiş, kan almak için cebinde parası yetmeyen bir evlatla, hastanelerde kanını sermaye yapmış kaçak satarak çocuklarına ekmek götürmeye çalışan bir babanın içime kazınan sahnelerini seyrederek öğrendim.
Çok Türk Flimlerini aratmayacak sahneleri o koridorlarda
yaşadım.Kavonoz içinde el bebek gül bebek büyütülen, dış dünyayı kendi ekseni
gibi pembe gören ben siyahı, griyi hayatı öğrendim.
İşte orda başladı benim evrimim, dönüşümüm, gerçek sandığım
her şeyin dünyevi, asıl gerçeğin maneviyata dönüşü..İşte o odalarda başladı
Mevlana ile buluşup mesneviye dalışım,Yunus' la, Hacı Bektaşi Veli ile Şems ile
tanış oluşum..
İşte o koridorlarda başladı ne yapabilirim, bu öğretiler bu
yaşadıklarım acı birer tecrübe değil tevafuk, ''derdim var deme, ne dertler var.'' diyor, sana verilen ödev sınavların
dediğim yola koyuluşum.
Herkes gün gün gezerken, parmağındaki taşın kratını, Louis
Vuitton çantalarını konuşurken her imkanım olmasına rağmen, öğrendiğim gerçekler
için neler yapabilirim koşuşturmalarım.
Bazı sivil toplum kuruluşlarını amaçlarından dolayı
eleştirdiğim, orda olmak istemediğim için kabul görmeyişlerim, uyumsuzluğum onların
tanımıyla yabaniliğim..
Şimdi bunları durup dururken niye yazdım..
Tabi ki herkesin bir hikayesi var tıpkı benim gibi, ki
yazdıklarım hikayemin en minimize giriş özeti..
Niye yazdım şimdi durup duruken bunları biliyor musunuz;
Hayatını sadece bir yerlere sığınarak, birilerinden güç
alarak idame ettirmiş, ruhları kalp gözleri Allah tarafından kapatılmış, asla
iflah olmayacak adı benim gibi insan olarak geçen kişilerin biraz haddini
bilmesi için yazdım.
Benim 17. yılını tamamladığım, sahalarda mucadelesini
verdiğim her konunun arkasında duracak, bu gün bir koltuğa oturtulsam, yetki
verilse çözecek kadar harmanında olduğumu anlamaları için yazdım.
Yanımıza gelmeden ordan buradan resim kopyalayarak, yalan
haberler yaparak, devletten, adaletten iyi bildiğini ispatlamaya çalışanlar,ne yürüdüğüm yolu yürümüş, ne de benim ayakkabilarımı giymiş, uzaktan komutla çalışanlar için
yazdım.
Mertliğin cinsiyeti yoktur bende …Mert kelimesinin anlamını
araştırsınla,r yanıma gelsin benden sorsunlar, uzaktan yorulmasınlar diye
yazdım.!
Bugün yanımda olan, arkamda duran herkes benim hikayelerimin
içinde benimle mücadele etmiş ve benim yürümeye çalıştığım yola inanmış, ne
benim kurduğum derneğe, ne de o derneğin gücüne sığınmaya ihtiyacı olmayacak kadar titride, ekonomik
gücüde yüksek insanlar .
2013 de ‘’Kadın Ustalar Projesinde’’ yaşadığımız
olumsuzluklar üzerine o zamanki Vekilim Sayın Tülay Bakır la paylaştığım ‘’cinsiyet
ayırt etmeden özgür her konuda çalışmak istiyorum Sayın Vekilim’’ dediğimde ''en güzeli kendi derneğini kurmak olucaktır ''diyerek önümü açtığı ve benim çalışmalarıma inanan, başarmam için
mücadeleme saygı duyup katkı sunan insanlarla ELVİN adı altında tamamladığım
sahalardaki 13. Elvin deki 4 . yılım..
Ne benim, yıllardır siz sorunları uzaktan seyrederken, hatta
ne olduğunu bilmezken
Benim ayağımda topuklu ayakkabılar yerine kara lastiklerle
onlardan biri olarak,
Onları anlamaya çalışarak yürüttüğüm çalışmalarıma, ne de
ELVİN i kurduktan sonraki başarılarımıza kara kaleminiz gölge düşüremeyecek.
Sizler şantajla insanları sömürürken, benim hiçbir
karşılık beklemeden verdiğim yıllarıma
Herkes izin verse sizin varlığından haberdar olmadığınız Hak
izin vermeyecek.
VE yaptığımız her projede ki( mütevazi olamayacağım bu
yazımda çok ta bana uymuyor ama bardağı taşırdılar) hepsi de birbirinden büyük,
akademik çıktıları çözüm odaklı projeler, projeler de emekleri olan kişilerin hepsi bende
kıymetli kişiler.
Onlardan biri olmasa o başarıların yakalanamayacağı
projeler, hiçbir yanlışını görmediğimiz vefasına saygı duyduğumuz kişiler..
Bu güne kadar sahadaki çalışmalarımızda üç vali, sayısız
ilçe belediye başkanı, üç bakanlık ve sayısız kamu kurum kuruluşlarıyla
çalıştık proje yürüttük.
Yaptığımız bütün çalışmalar kağıt üstünde, laf ucunda değil taşın altında eli değil kollarıyla girilip
Çalışılmış projeler.
Yaptığımız bütün çalışmalar kağıt üstünde, laf ucunda değil taşın altında eli değil kollarıyla girilip
Çalışılmış projeler.
Sadece proje üret deseler bana,benim aklımdakilere benim
ömrüm yetmez.
Bugün yıllardır yaptığımız projelerde dokunduğumuz binlerce
insanın kalbini kazandık.
Doğru işlerimizle duayı,takdiri, ödülü, alkışı kazandık.
Belki onların sorunlarını çözemedik ama gönüllerini
fethettik..
Sorunları en doğru noktalara, en doğru şekilde taşıdık.
‘’Kendilerine ait hayalleri olmayanlar, sizinkileri de
göremez ‘’..demiş Murathan Mungan..
Bu yazıyı okuduğunuz andan itibaren hayal kurmaya başlayın..
Belki beni, bizi çok daha iyi anlayabilirsiniz..
Dünya üzerinde 400 milyon çocuk savaş, açlık, işgal,
yoksulluk yüzünden ya annesiz, ya babasız ya da her ikiside yok yetim..
Sadece bizim şehrimizde ki Aile Sosyal Politikalar
kurumlarında kalan çocuk sayısı bile çok üzücü..
Koruyucu aile sistemi farklı çözümler için proje
aşamasındayız..Benim onlar için büyük hayalimse Çocuk Köyleri..
Varsa cesaretiniz gelin hayalimi anlatim.Yazın sesimizi duyurun..
Varsa cesaretiniz gelin hayalimi anlatim.Yazın sesimizi duyurun..
Aklınızı, kaleminizi
iyilikleri tüketmek için değil yaşatmak için kullanın..
Yeşim Gürsoy olarak, Elvin Derneğinin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak
Şahsım ve derneğim adına yaptığımız çalışmalara gölge
düşürmeye çalışanlar
Size kısaca bu yazımda şunu söylüyorum;
Biz inandığımız yolda, yaptığımız çalışmalarla arkamızda
yüreğimizi adımızı bırakacağız..
Belki bir Mevlana, bir Yunus, bir Hacı Bektaşi Veli
olamayacağız
Ama birilerinin kalbinde adımız, ellerinde sıcaklığımız
kalıcak.
Sizler için de selamet dileklerimiz.
Yeşim…
28 Ekim 2017 Cumartesi
CUMHURİYET ve SAMİMİYET
94 yıl önce bugün;
Tarih boyunca, kahramanlık ve zafer hikayeleri yazmış
Her köşesi cebren ve hile ile ele geçirilmiş
Şaşalı bir zenginlikten
Hayal bile edemeyeceği bir yoksulluğun içine sürüklenerek
Hayal bile edemeyeceği bir yoksulluğun içine sürüklenerek
Tarihten, Türklüğünden
Men edilmeye çalışılan bir milletin
Men edilmeye çalışılan bir milletin
Silahının, topunun, tüfeğinin değil
Ortaya koyduğu yüreğinin zaferi olan
Ortaya koyduğu yüreğinin zaferi olan
Cumhuriyetin ilan edildiği gün bugün..
Binlerce şehidin kanıyla yoğrulmuş
Toprağımızın üzerine ay yıldızın düşüp
Gölgesinde özgürce yaşayabileceğimiz bayrağımızı
Toprağımızın üzerine ay yıldızın düşüp
Gölgesinde özgürce yaşayabileceğimiz bayrağımızı
Göklere çektiğimiz gün bugün…
Çaresiz, yoksul, her şeye rağmen
Canını dişine takmış bir milleti
Canını dişine takmış bir milleti
Milli ruhla birleştirip, aklıyla, fikriyle, liderliğiyle
Tarihe adını silinmez harflerle yazdıran
Türk milleti olmanın, ne demek olduğunu
Tüm hainlere gösteren
Mustafa Kemal ATATÜRK ün kurduğu
CUMHURİYETİN ilan edildiği gün bugün.
Hangi makamda, hangi koltukta
Kim rahatça oturuyor, özgürce konuşuyor
Seçiyor, seçiliyorsa
O koltukta oturma hakkına sahip olduğu gün bugün..
Kiliselerde ki çan sesleri arasında değil
Camilerin arasında, çan sesleri duyuluyorsa
Bayram namazları sokaklara, caddelere sığmıyorsa
Herkes kendi inancıyla
Yaradanıyla baş başa kalabiliyorsa
Yaradanıyla baş başa kalabiliyorsa
O özgürlüğü eline aldığı gün bugün..
Dünya tarihini al eline, oku bakalım..!
Kaç devlet, kaç millet
Böyle bir coğrafyada sömürülmeden kalabilmiş
Kaç devlet yıkılmazlığıyla dünyaya
Türk adıyla korku salabilmiş
İşte senin TÜRK lüğünün tarih değil varolmaya devam ettiği
TÜRK MİLLETİ olduğun gün bugün.
Taaa o zamanlarda yazılan NUTUK ları
Dikkate al …!
‘’Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
Düşün altında
binlerce kefensiz yatanı,’’ diyerek
Bu millet üzerinde yıllardır oynanan oyunların
Ve yapacağınız yanlışların
Bize yaşatılan 15 Temmuz ları getireceğinin söylendiği gün
bugün.
İşte bu yüzden sırf bu yüzden
94 yıl sonra bir kez daha anla
Cumhuriyet demek;
Umudunu yitirmeden
Mutlulukla
Huzur ve barış içinde
Uygar bir toplum olarak
Renk,Irk
İnanç, cinsiyet ayrımı yapmadan
Yasaksız, demoktratik, hukuk devletinde
Eşit haklar olarak
Türki ye de birlikte yaşamak demek..
Cumhuriyet;
ATA larıyla TÜRK kalmış bir millet demek
ATA larıyla TÜRK kalmış bir millet demek
ATATÜRK demek..
O zaman bize o koltuklara oturma hakkını veren
Bu koltuğun asıl ve inmez sahibinin günü olan bugün
Her yere Bayrağınla Atanı aynı anda
Asman gereken gün de bu gün demek..
Asman gereken gün de bu gün demek..
Diliyle söyleyip,kalbiyle ikrah etmeyenleri
Samimiyetini bir kelimede söylemiş olmak için söyleyip
geçenleri
Birkez daha gördüğümüz
Her şeye rağmen herkese rağmen
NE MUTLU TÜRK' ÜM DİYEBİLENE….
Dediğimiz gün bu gün…
Yeşim..
8 Ekim 2017 Pazar
GELECEKTE
DAHA GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE İSTİYORSAK, GELECEĞİ GÜÇLENDİRİLMİŞ KADINLARIMIZIN
SAYISINI ARTIRMALIYIZ.
2017
yılının son aylarına girdiğimiz şu dönemlerde
2017-2018 eğitim programlarımızı belirledik.Türk Kadının hayatın her
kesiminde olduğu gibi ekonomik alandada hak ettiği yerlere bir türlü
gelememesinin altında yatan temel sorunlar üzerinde yıllardır çalışmalar yapıyoruz.Gerek
Sivil Toplum Kuruluşları, gerkese devlet politikları, oluşturulan komisyonlar,
bakanlıklar yaptıkları bütün çalışmalara rağmen dünya standartlarına hala
istenilen oranlarda yaklaşamadık.
Gerçekten
de, Dünya Ekonomi Forumu’nun 144 ülkeyi kapsayan 2016 yılı Cinsiyet Eşitsizliği
Küresel Endeksi’ne göre, Türkiye’de her 100 erkeğe karşın ekonomiye dâhil olan
kadın sayısı sadece 46’dır. Türkiye bu performansıyla, 144 ülke içerisinde
kendisine ancak 129. sırada yer bulabiliyor. Nitekim bu durumu destekler
nitelikte, TÜİK tarafından açıklanan en güncel verilere göre, 2015 yılsonu
itibariyle erkek işgücünün yüzde 65’ine iş yaratabilirken; kadın işgücünün
sadece yüzde 27,5’ine istihdam yaratabilmişiz.
Diğer
taraftan, Başbakan Yardımcımız Mehmet Şimşek okuduğum bir beyanatında bu çok önemli sorunu ve çözülmesi halinde
ülke ekonomisine yapacağı muazzam katkıyı ifade ederken; aslında çözümün nerede
olduğunu da satır arasında vermiş.Okula gitmemiş ya da sadece ilkokul mezunu
olan kadınlar arasında iş gücüne katılım oranının yüzde 15-18 arasında olduğunu
vurgulamış.
Sayın
Şimşek’in bu vurgusuna ben de mukayese gücü yüksek bir başka detayla katkı
sağlamak isterim. Türkiye’de okuma yazma bilmeyen kadınların kadın nüfusuna
oranı neredeyse yüzde 10’dur ve bu oran aynı durumdaki erkeklerden tam 5 kat
daha fazladır. Bu da acil ve topyekûn yapısal reform ihtiyacının nereden
başlaması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Evet, eğitimde fırsat eşitliği
ama onunla birlikte yüksek kalitede eğitimin bizzat kendisine erişimi sağlamak
gerektiğini açıkça gözlerimizin önüne sermektedir.
Bunun da temel yolunun cinsiyet eşitliğinden
geçtiğini kabul etmemek artık tartışılma boyutunun çok
ötesinde bir hal almıştır.“Teknoloji bu kadar hızla gelişirken, bizim hala kadınların eğitimi ya
da iş dünyasına katılımı konusunu tartışıyor olmamız bir noktada üzücü bir durumdur.Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim bu durum sadece bizim ülkemiz de değil tüm dünyada önemli bir sorun halindedir.
Diğer
önemli bir konu ise Türkiye’de
kadınlar, erkeklerle aynı eğitim düzeyinde olmalarına ve aynı işi yapmalarına
rağmen erkeklerden daha az maaş alıyor
olmalarıdır. TÜİK’in
2014 yılı rakamlarına göre aynı eğitim düzeyine sahip kadınlar yine aynı eğitim
düzeyinde erkek rakiplerinden yüzde 1.3 oranında daha az gelir elde ediyorlar. Kadınların
iş gücüne katılımı, hem dünya hem de Türkiye ekonomisi açısından önemli bir fırsat
oluşturmaktadır. Çünkü kadının çalıştığı, yönetimde olduğu şirketlerde kârlılıkta
önemli artışlar gözlenmektedir. Verilere göre Türkiye’nin
GSYİH’sı, kadınların iş gücüne katılımını destekleyecek güçlü politikalarla,
2025 yılında yaklaşık yüzde 20 oranında artma potansiyeli taşıdığı yapılan araştırmalar sonucunda belirlenmiştir.
Kadınların işgücüne katılımı, hem dünya hem
Türkiye ekonomisi için önemli bir büyüme fırsatı
olarak bütün verilere dayandırılarak gözler önüne serilsede OECD ortalamaları yüzde
60 civarında seyrederken, Türkiye’de 15 yaş üstü kadınlar arasında istihdam
oranı TÜİK 2015 verilerine göre yüzde 27.7 seviyelerindeyken bu oran aynı yaş grubunda erkeklerde yüzde 65 oranında gerçekleşmektedir. Yani Türkiye’de kadınların
istihdam oranı erkeklerin oranının yarısından daha düşüktür.
Bütün
bu bilgileri kısaca toparladığımızda çıktığımız sonuç verisi ise yine aynı..Teknolojik
imkanlara erişimin tek yolu her şeyde olduğu gibi eğitimden geçmektedir.Türkiye
de hala okumaz yazmaz kadın oranı erkeklere göre on kat daha fazladır.Her yüz
kadından onunun okur yazar olmaması ve hala eğitime erişimin gerekli düzeylere
erişememsi çok düşündürücü başlıklar
altındadır.Tabi bu başlığın en derinden yaralayıcı alt başlığı ise kız
çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi ve bu sosyo kültürel sorunun hala kanun
nezdinde de hakettiği çözümlere ulaşamamış olmasıdır.
Bütün
bu düşündürücü çözüm bekleyen sorunların yanında son beş yılda devlet
destekleri ve teşviklerle kadın esnaf sayısında ki artış ve buna bağlı istihdam
rakamları ise sevindirici umut verici boyutlardadır.
KOSGEP,
TKDK, İŞKUR vb kurumların sağladığı ekonomik teşviklerin, büyük şirketlerde ki
kadın yönetici saytılarında ki artışların,beklenilen makamsal başarıların, hem
dünya hem ülke ekonomisine kadın işgücü payının daha hızlı eklenmesinin en
hızlı yolu durmadan ara vermeden yapılacak sürekli eğitimlerdir.
Bu
konuda gerek sivil çalışmalarımızda gerekse işimizde bunu amaç edinmiş kişiler
olarak her türlü taşın altına elimizi koymaya hazır olduğumuzu bir kez daha
belirtmek isterim. Gelecekte daha güçlü bir Türkiye'nin, geleceği
güçlendirilmiş kadınlarımızın sayılarının artmasıyla mümkün olacağı inancıyla
hepimize başarı yolu açık günler diliyorum..
Yeşim
Gürsoy
5 Şubat 2017 Pazar
PARMAĞIMDA YÜZÜKLER, KOLUMDA BİLEZİKLER
Bu başlığı görünce bir çoğunuzun aklına
Mustafa Topal'ın ''Oy Oy Emine'm'' şarkısı gelmiştir.
Ne meşhurdu bir zamanlar..
Bütün düğün salonlarında bu şarkı çalar
İnsanlar zincirden çıkmış gibi oynarlardı...
Bir başkaydı eskiden her şey ...
Ne samimi, ne sıcak ortamlar vardı.
İki gündür yy. ın meşhur gribiyle,
Kendi amazon ruhumla verdiğim savaşımda,
Yüzde ellilik ayakta geçirdiğim hiç bir vakti ziyan etmedim..
Bütün albümleri salonun ortasına döktüm..
Epey bir temizlik yaptım..
Çocukların anı albümlerini düzenledim..
Artık bana ait olmayan verilecek olanları seçtim..
Kendi resimlerimi ayırdım..
Bütün bunları yaparken insan anılarda da
Yolculuk yapıyor ister istemez...
Hayatı kocaman bir zaman tüneli gibi gören ben
O tünelin içinde, kimin yeri neresiyse oraya yerleştirdim herkesi..
Belki de çoktan yapmam lazımdı ..
Zamanı bu günlerdeymiş demek ki..
Tam bu esnada yukarıdaki resim geçti elime..
Benim hiç hatırlamadığım ama annemin her bana
Kızdığında ne kadar aklına koyduğunu yapmakta
Direnen bir çocuk olduğumu
Anlatmak için bin beşyüz defa dinlediğim
Bizim mahalledeki sucu İsmail in
Oğulları Suat ile Murat'ın sünnet düğünü..
Efendim beni o düğüne götürmüşler yaşım üç yokmuş..
Doğrudur çünkü ben üç yaşımı hatırlıyorum..
Bunu hatırlamamam imkansız olurdu..
Sünnet yatağının oraya kadar gelmişiz, annemler takıları takmışlar
Yerlerine oturacaklar bende bir kıyamet.
Ortalığı birbirine katmışım
Bende o süslü yatağa yatacağım..
Babam her ne kadar erkek yatağı orası desede
Babaannem, annem, düğün sahipleri
Olur mu canım çocuk o, heves etti demişler beni yatağa yatırmışlar..
Ama bitmemiş davam..
O şapkalardan takacağım...
Arkada insanlar, sinirlenen babam, çaresiz annem
Ağlayan ben..
Tamam demişler küçük olan Suat'ın
Şapkasını almak istemişler..
Bu seferde Suat kıyamet koparmış ''şapka benim''....
Ortalık kıyamet yeri.
Suat ağlarken nasıl olduysa ben susmuşum
İki eliyle şapkasına yapışmış Suat'a şöyle bir yan bakmışım..
Annemler ne olduğunu anlamadan
Ağzımdaki memeyi ağlayan Suat ın ağzına tıkmışım.
Suat susmuş, tam bu arada şapkayı alıp başıma takmışlar
Herkes gülmekten yerlere yatmış..
O arada da bu yakışıklı, sünnet şapkalı
Zafer benim resmimi çekmişler..
Babaanneli, dedeli, halalı, amcalı
Büyük ve kalabalık bir ailede büyünce
Bir de ailenin ilk torunu olunca biraz fazla nazlı büyütülmüşüm..
Doğum günlerimi hatırlıyorum
Biri bir kolumda biri bir kolumda bilezikler
Parmaklarımda yüzükler...
Birde babaannem kendi taktıklarını çıkarttırmazmış anneme..
Öyle kolunda bilezikler, parmağında yüzükler
Gezermişim mahallede..
Dayım Kıbrıs donanmasında subaydı ben küçükken
Halalarım Almanya da ..Oyuncaklarımı anlatamam..
Sabah sekizde bütün mahalle bizim üzüm asmasının altında
Annem kahvaltı yapmadan izin vermezdi oyuncaklarımızı çıkarmaya
Sonrası akşama kadar herkesle her şeyimi paylaşırdım
Hiçbir şeyim kırılmaz hiçbir şeyim kaybolmazdı..
Akşam olunca hep birlikte toplardık
Ertesi gün oynayacağımız şekilde..
Herkes bize gelebilir, biz kimseye gidemezdik..
Bir de en çok bakkala gitmek için ağlardım...
Beş metre uzaklıkta olan bakkala kadar gitmeyelim diye
İki katlı evin bir odası mini bakkal..
İsterizde orda olmaz diye dedem
Bakkaldan çok çeşit koyardı kilere...
Oysa parayla bir şey almak ne büyük bir mutluluktu o yaşlarda..
İlkokula başladığımda en çok kantine alış verişe giden çocuk bendim
Serbest bölge... ver parayı al istediğini..
Büyüdüm hala evimin bir köşesinde küçük bir bakkal var..
Hiç sokağı bilmeden, kötülük bilmeden büyütülmekte çok zor..
Herkesi kendiniz gibi bilmek..
Bizi büyüttükleri korumacı fanustan çıktıktan sonra.
Çok zor öğrendik gerçek dünyada ki her şeyi
Öğrenemediğim alt kültür denen o garip anlayıştan
Çok tiye alındığımı bilirim..
Hiç eğrisinden bakmayınca hayata
Cümle nasıl kurulduysa o..
Hani bu günlerde çok yükleniyoruz ya
Nilhan Sultan a bazen acaba haksızlık mı ediyoruz diyorum..
Oda nasıl büyütüldüyse öyle biliyor hayatı
Fanustan yeni çıkıyor ona da zor geliyor eminim şimdi her şey
Ama oda alışacak herkes gibi
Gerçekler acı ne yazık ki, hayat gösterildiği gibi değil..
Eskilerden ne kaldı ki Sultan lık kalsın..
Kalanları da yok ediyoruz el birliğiyle.
Listelerden de kalktı artık Sayın Topal ın şarkısı okunmuyor
Okunsa da o günlerin popülitesi yok.
Eski bileziklerinin yüzüklerinin modası da yok
Sadeliği seven biri olarak
Bende bir çocukluğumda hatırlıyorum zaten
Parmağımda yüzükler, kolumda bilezikler..
21 Ocak 2017 Cumartesi
Yastayım Gönlüm Anlamıyorsun..
Yastayım Gönlüm Anlamıyorsun..
Bazen öyle derin hislerle
Uyanıyor ki insan ..
Gözlerini açmak istemiyor…
Bu dünyaya ait olmadığını
Düşünüyor o an.. ..
Ruhun bedeninde
Derin uykularda dinlenirken
Hiç bilmediğin alemlerde ki
Huzuru özlüyorsun..
Korkutuyorsun beni dünya..
Sana karşı geliştirdiğim
Kalın duvarları zorluyorsun..
Hergün sayfa sayfa zulüm
Merhametsiz insanlarla
Karşıma başka bir kötü çıkıyorsun…
Derin duygulardayım
Gönlüm beni duymuyorsun..
Gel dedin geldim
Aşk kapısı gir dedin girdim
Dinle dedin dinle
Gönül sesimi dinle
Aşkımı dinle…
Dinlemeye doyulur musun
Sevmelere bilmem.!
Hangi yıldızdasın
Hangi galakside saklı
Beni arama diyorsun bulamazsın
Görmek istiyorsan
Aynadayım bakarmısın..
Derin deniz bu sular okyanus
İçinde kaybolursun..
Mavi gök kanatsız kuş yüreğim
Uç diyorsun uç…
Kötülerden kaçta gel
Konuşmak istiyorsan
Ne duruyorsun
Ellerini Sema ya
Kalbini Mevla ya açta gel…
Yeşim ce ….
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)