MAZİYE BİR BAKIVER!
Hangi yaşta olursanız olun,
olduğunuz yaşın toplamı aslında yaşanmışlıklarınızın toplamıdır. Hayat su gibi
deriz ya artık su gibi değil, gürül gürül akan hızlı bir şelale gibi. Yaşam
standartlarını düşürmeden bu günlerde yükselterek diyemiyorum çünkü seviyeyi
korusak yeter dediğimiz zamanlardayız.
Bu sadece bizim ülke ekonomimizle
de direk bağlantılı bir söylem değil dünyanın neresine bakarsanız küresel ve
ekonomik krizler her yeri etkisi altına almış vaziyette.
Bilişim ve teknolojinin hızı da
küresel etkilerin hızını aratmayacak derecede resmen yarışıyorlar. Yapay zeka
diye tabir ettiğimiz insan iş gücünün yerini alan mekanik robotlarda artık
iyice insan şekline büründürülerek hatta insansı duygularla donatılarak
sahalarda yerini almak üzere.
Türkiye'nin dört bir yerinden
Üniversitelerden gelen talepler üzerine üniversite gençliği ile buluşup
seminerlerine katılıyoruz. İlk yazımda sizlerle paylaştığım sosyal sorumluluk
ve girişimcilik konularını öğrencilerle paylaşıyoruz. Gençlere gelişen dünya hızının içinde
ellerinde ki diplomaların yetmediğini hatta aynı bölüm mezunları olarak sahaya
çıkarken birbirinizin değil gelişen teknoloji rakipleri olduğunu
anlatıyoruz. Yeni mekanik insanlar,
Sophia’lar geliyor diyerek sadece iş potansiyelinde değil duygusal olarak da
neleri kazanıp neleri kaybediyoruz, insanlık olarak hep birlikte inceliyoruz.
Yine böyle bir seminer esnasında
katılımcı gençlerden bir tanesi beni çok etkileyen bir tespitte bulundu. Hocam
bizler bunun ne kadarından etkileneceğiz bilmiyorum ama beni çok etkileyen bir
konu var. Birbirinden gitgide uzaklaşan insanlık sayesinde artık bir mazimiz olamayacak.
Geçmiş hafızamız belki de sıfırlanacak. Çekirdek yaşamdan öte biriktirdiğimiz,
hey gidi günler diyeceğimiz anılar hiç oluşamayacak.
Bizler gibi orta yaşlar
sınırındaki insanların yaşanmışlıklarının, biriktirdiklerinin içinde mazi ile
ilişki kurması çok normalken karşımda yirmili yaşlarda hayata daha yeni
başlamış taze gençliğin maziye özlem duyamayacak olmasından bahsetmesi çok düşündürücüydü.
Bir an durdum ama çok uzun
sürmedi. Ne kadar doğru söylüyordu, ne kadar haklıydı. Ne eski dostluklar, ne
işveren çalışan ilişkisi, ne eski duygusal aşklar, ne komşuluk ilişkisi, ne
bizim mahalle kültürü, ne de ebeveyn bağları… İnsanın kanı donuyor düşününce
duyguları kalmayan sadece yaşayan bir insanlık. Bakınca şimdi bile öyle değil mi
biraz.
Sabah ellerimi yakan, mis gibi
sıcak ekmek almaya gittiğim fırınlar, Mümin Amcanın terek bakkalı, Yorgancı
Saim Usta, Marangoz Yusuf Amca, el arabasıyla dondurma satan İsmet…
Siyah beyaz fotoğraflarımız var
bizim, mis gibi çiçeklerle donatılı cam önlerinden geçerken içeriden gelen
tereyağında yakılmış taze nane kokuları, bütün mahalleyi saran bol
zeytinyağında kızaran pişiler, beyaz sakalları boynuna inmiş hacı yağ kokulu
dedelerimiz.
Bacası tüten birbirine komşu olan
mini bahçeli, önünde ki asma bağları bulvarı saran, terasları odun dizili evler,
kaldırımlarında evcilik, yakan top, istop, beştaş oynadığımız deli gibi koştuğumuz,
saklambaç oynarken, çığlıklarımızın yeri göğü inlettiği sokaklar artık yok.
Şimdi olmasalar da, hayatımıza
girmiş çıkmış mazimizde yerini almış sayısız anılarımız var. Bunlar ilişkilerle
duygularla oluşmadı mı? İnsanlık birbirinden uzaklaştıkça, çekirdek aileler
bile birbirinden kilometrelerce uzakta yaşadıkça, yalnızlık arttıkça, evde,
işte, sosyal yaşamda paylaşımlar olmadıkça ne birikecek hangi mazi oluşacak.
Bu ay dergimizi incelerken göreceksiniz.
Avustralya'da doğanın isyanı, her gün yeni bir türü ile karşımıza çıkan
kanser, sevgi mesajlarının havada uçtuğu on dört Şubat, Samsun’un Cennet köşelerinden
Bafra. Hepsi o kadar iç içe ki. Koruyamadığımız her şey mazi olamayacak kadar
yok olacak.
Tatlı acı anılarımızdan başka
hiçbir şeyi şu bir nefesle gelip, bir nefesle gittiğimiz dünyadan
götüremeyeceğimizi düşünürsek, o iki nefes arasında nasıl yaşamamız gerektiğine
de bizler karar vereceğiz. Ne doğumlar bitecek ne de ölümler. Gönülden ne
yaşadık neleri hatıralara yazıp yanımıza kattık asıl olan o.
Bunu düşünerek adım atsak mı her şeye…
Ne de olsa yapan da biziz, bozan
da.
Ömrümüzün son demleri dediğimiz
zamanlara geldiğimizde Müzeyyen Senar'ın nağmeleri düşmesin dilimizden,
Ömrümüzün son demi son baharıdır
artık.
Maziye bir bakıver neler neler
bıraktık…
Kapınız çalıyor, duyuyor musunuz?
Mazi sizin kapıya da gelivermiş...
Açın bakalım geri de kimler
kalmış, kimler gelebilmiş…