''SOKAKTAN HABER VAR'' Projesi Açılış Konuşmam
Can Dost
Can dost
Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda
güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında
ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda
kör olup göremediğin barışta ,
din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda
bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada
seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda
tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun
yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde
var olan can dostta saklı yaşam...
yeşim ce...
her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...
6 Kasım 2014 Perşembe
16 Eylül 2014 Salı
ZAMAN ....
İnsan Zaman konusunda bazen çok inanılması güç duygulara kapılıyor.
Hepimiz farklı farklı konularda hayatımızın
Bir çok döneminde hissetmişizdir bu duyguyu.
''Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım'' diyerek bazen şarkı sözlerine
Gözümü açıp kapayıncaya kadar geçti dediğimiz anlık sürece
Bir var mış, bir yokmuş dediğimiz hikayelere
Bağlamışızdır Zamanı.
Yaşla, olgunlaşmayla da alakalı belki bu aralığı anlamak..
Çocukluğumuzdan itibaren
'' Zamanla anlayacaksın ''
'' Zamanı gelince anlatacağım''
'' O Zaman gelsin görürsün ''
''Zamanı gelince gidersin ''
''Herşey Zamanında güzel''gibi
Yaz yaz bitmez Zaman ile alakalı karşımıza çıkan süreçler..
Böyle olunca bir de bakıyorsun aslında sen Zamanı yaşamıyorsun..!
Zaman a göre yaşıyorsun...
Daha doğmadan başlıyor zamana göre yaşamak..
Doğacaksın dokuz ayı bekle
Dişini çıkaracaksın zamanını bekle
Yürüyeceksin yaşını bekle
Ve asıl önemlisi ve belkide insanı en ürküteni
Neyin, ne Zaman olacağının Zamanını bilememek..
İşte orda düşünüyorsun
Zaten büyük yaratıcı herşeyi fazlasıyla
Mükemmel yaratmış, önüne sunmuş, kuralları koymuş
Hadi demiş, kendi Zamanını kendin yaz..
Ben süreyi, seni sudan çıkarıp nefes aldırdığım an başlattım.
Oyunda Zamanla karşına çıkacak herşeyi belirledim.
Sana hem iyi hem kötü onlarca seçenek verdim.
Ve en önemli kural
Geriye asla dönemeyecek ve oyunun ne Zaman biteceğini bilemeyeceksin...
İşte o bilinmez Zaman için yürüdüğümüz yolda
Zamanla karşımıza çıkan her anı
En doğru ile yaşamaksa hedef,
Belkide, yanlışa çok hacet yok hayatımızda..
Zamanı belli olmasa da sonu belli oyunun
Hayyam ın dizelerinde ki
Asıl gerçeği hiç unutmadan
Zamanı yaşamayı düşünmek gerek.
''Gönlünce de dönse, bu dünyanın sonu ne?
Okunup bitse de ömür destanının, sonu ne?
Yüz yıl dilediğince yaşadın diyelim,
Bir yüz yıl daha yaşasaydın, sonu ne? ''
Ömer HAYYAM (Rubailerden )
8 Haziran 2014 Pazar
DEMİR MIKNATISA AŞIKTIR, DEVAMLI ONA KOŞAR,
ZAFERDE SABRA…
ANKARASTYLE Dergisi için benden bir köşe yazısı yazmamı istediler. Farklı ne yazabilirim diye çok düşündüm.Yıllardır bende sıkıldım artık hep aynı şeyleri yazmaktan..Kadının istihdam edilebilirliğinden şiddete maruz kalmasından, gelenek, görenek, din adı altında kısıtlanan hayatına sadece lafta çözüm aramaktan .Erkek egemen yapı altında öğretilen gelmiş birçok yapının içinde hala daha kanunlar çerçevesinde sıkışmış olan kadının aynı beklentilerini dile getirmekten sıkıldım.
On bir yıla yakın zamandır sahada kadın ve çocuk üzerine birçok çalışmalar yaptık. Sayısız eğitimler, toplantılar, çalıştaylar. Özellikle 2007 yılından sonra yaptığımız çalışmalar sonucunda gördük ki sorunların başlıkları aynı sadece imkan ve sosyal yaşamın getirdiği derecelendirmelerle şiddetleri farklı.
Özellikle toplumun yapı taşı ailenin korunması ve aile mefhumunun çocuklara olan sorumluluklarının ayrılsalar bile devam ettiği saygı ve kültürel bağlara olan düzenin bozulmadan götürülebilmesi konusu en büyük sorunlardan bir tanesi.Topluma parçalanmış aile yapısının eseri değil, sağlıklı bireyler kazandırmanın gerekliliği.
Dışarıdan sorunlarla karşılaşıp çözüm ararken, gelişen olaylar karşısında şöyle olmalı böyle olmalı demek ise işin en kolay tarafı. Çünkü olayların bakış acısında taraflar dinlendiği zaman; her çocuk doğuranın maalesef anne, her çocuğu olan erkeğinde baba olamadığını açıkça görmekteyiz. Ailenin korunması olayında işin cinsiyet temelli çözüm aranması karşımıza çıkan olaylar karşısında zaten imkansız.
Kültür seviyesi çok yüksek, ekonomik şartları düzgün, hürriyetleri elinde olan kadınlar da farklı birçok sorunlarla karşı karşıya. TOBB sayesinde birçok hayat hikayesini dinlediğim ve okuduğum bu güçlü kadınlarda gördüm ki güçlü kadınlar ‘’HAYATIN ACI OLDUĞUNU’’ çok iyi bilen kadınlar. Onları diğer kadınlardan ayıran, farklı kılan da bu özellikleri.
Çok büyük olaylarla karşılaşmış, yeri gelmiş madden yeri gelmiş manen acılar çekmişler. Ancak acılarını abartmamışlar. Hayata dönüp, hedef koyup ileriye bakmışlar. Büyük sabırlar göstermiş, doğrularından asla vazgeçmemişler. Önceliklerini ve toplumda saygınlıklarını hiçbir şeye değişmemişler. Kelimelerle değil yaptıkları işlerle, duruşlarıyla konuşmuşlar.
Kendilerine zarar verebileceklerini inandıkları kişilerin bile yerlerine kendilerini koyarak ona göre hareket etmeyi başarmış sabrı zaferle birleştirmeyi bilmişler.
Hiçbir başarı tesadüf değildir zaten hayatta. Birileri diğerlerinden farklıysa çekim alanını iyi belirlemiş, sabretmeyi bilmiş, azmedip inançlarıyla
kazanmışdır.
İnsan hergün ayrı büyüyor ,maalesef şaşmam diyor da; Şaşıyor.Hep üstesinden gelebileceğimiz sorunlarla karşılaşmak, karşımızdakinin yerine kendimizi koyarak düşünebileceğimiz olaylara vakıf olmak, daima güçlü kadın olmak dileğiyle, lise yıllarında edebiyat öğretmenimizin gençler arasında yaşanan birtakım sıkıntılar söz konusu olduğu günlerden bir gün bize ne de olsa kıssadan hisse diyerek anlattığı bir Nasrettin Hoca hikayesi ile yazımı tamamlamak istiyorum.
“Nasrettin Hoca bir gün eşekten düşmüş. Çevresindekiler çok telaşlanmışlar ve; Aman hocam dur kalkma yerinden sana hemen bir doktor çağıralım demişler. Oysa ki Nasrettin Hoca’nın isteği farklıymış.
-Aman ben doktor istemem, bana eşekten düşen birini bulun demiş.
Sağduyulu güzel günler dileğiyle….
Yeşim GÜRSOY
On bir yıla yakın zamandır sahada kadın ve çocuk üzerine birçok çalışmalar yaptık. Sayısız eğitimler, toplantılar, çalıştaylar. Özellikle 2007 yılından sonra yaptığımız çalışmalar sonucunda gördük ki sorunların başlıkları aynı sadece imkan ve sosyal yaşamın getirdiği derecelendirmelerle şiddetleri farklı.
Özellikle toplumun yapı taşı ailenin korunması ve aile mefhumunun çocuklara olan sorumluluklarının ayrılsalar bile devam ettiği saygı ve kültürel bağlara olan düzenin bozulmadan götürülebilmesi konusu en büyük sorunlardan bir tanesi.Topluma parçalanmış aile yapısının eseri değil, sağlıklı bireyler kazandırmanın gerekliliği.
Dışarıdan sorunlarla karşılaşıp çözüm ararken, gelişen olaylar karşısında şöyle olmalı böyle olmalı demek ise işin en kolay tarafı. Çünkü olayların bakış acısında taraflar dinlendiği zaman; her çocuk doğuranın maalesef anne, her çocuğu olan erkeğinde baba olamadığını açıkça görmekteyiz. Ailenin korunması olayında işin cinsiyet temelli çözüm aranması karşımıza çıkan olaylar karşısında zaten imkansız.
Kültür seviyesi çok yüksek, ekonomik şartları düzgün, hürriyetleri elinde olan kadınlar da farklı birçok sorunlarla karşı karşıya. TOBB sayesinde birçok hayat hikayesini dinlediğim ve okuduğum bu güçlü kadınlarda gördüm ki güçlü kadınlar ‘’HAYATIN ACI OLDUĞUNU’’ çok iyi bilen kadınlar. Onları diğer kadınlardan ayıran, farklı kılan da bu özellikleri.
Çok büyük olaylarla karşılaşmış, yeri gelmiş madden yeri gelmiş manen acılar çekmişler. Ancak acılarını abartmamışlar. Hayata dönüp, hedef koyup ileriye bakmışlar. Büyük sabırlar göstermiş, doğrularından asla vazgeçmemişler. Önceliklerini ve toplumda saygınlıklarını hiçbir şeye değişmemişler. Kelimelerle değil yaptıkları işlerle, duruşlarıyla konuşmuşlar.
Kendilerine zarar verebileceklerini inandıkları kişilerin bile yerlerine kendilerini koyarak ona göre hareket etmeyi başarmış sabrı zaferle birleştirmeyi bilmişler.
Hiçbir başarı tesadüf değildir zaten hayatta. Birileri diğerlerinden farklıysa çekim alanını iyi belirlemiş, sabretmeyi bilmiş, azmedip inançlarıyla
kazanmışdır.
İnsan hergün ayrı büyüyor ,maalesef şaşmam diyor da; Şaşıyor.Hep üstesinden gelebileceğimiz sorunlarla karşılaşmak, karşımızdakinin yerine kendimizi koyarak düşünebileceğimiz olaylara vakıf olmak, daima güçlü kadın olmak dileğiyle, lise yıllarında edebiyat öğretmenimizin gençler arasında yaşanan birtakım sıkıntılar söz konusu olduğu günlerden bir gün bize ne de olsa kıssadan hisse diyerek anlattığı bir Nasrettin Hoca hikayesi ile yazımı tamamlamak istiyorum.
“Nasrettin Hoca bir gün eşekten düşmüş. Çevresindekiler çok telaşlanmışlar ve; Aman hocam dur kalkma yerinden sana hemen bir doktor çağıralım demişler. Oysa ki Nasrettin Hoca’nın isteği farklıymış.
-Aman ben doktor istemem, bana eşekten düşen birini bulun demiş.
Sağduyulu güzel günler dileğiyle….
Yeşim GÜRSOY
26 Şubat 2014 Çarşamba
RÜZGAR
bazen rüzgar öyle kuvvetli eser ki,
en güzel zamanında
durduramazsın dalında ki yaprağı, açmak üzere olan çiçeği..
işte o zaman başlar içinde isyanlar
nedenler, niçinler,
rüzgar diner ,
kırılmış dalların, dökülmüş yaprakların
ama eskisinden de güçlü toprağa tutunmuş köklerin
birden anlarsın.!
daha güzel tomurcuklar, daha canlı yapraklar için
daha güçlenmiş toprağa daha sıkı bağlanmışsın..
çağırırsın rüzgarı eskisinden daha da güçlü
gel hadi gel..
sen kopardıkça biz sarıldık
sen estikçe güçlendik.......
şimdi daha çok tomurcuklarım,
narin yapraklarım.
gel de eskisinden daha güçlü kıl beni
gel de yenile, eskimeye bırakma beni......
Yeşim GÜRSOY
27 Ocak 2014 Pazartesi
VAKİT
AHDE-VEFA VAKTİ …
1977’li yıllarda ben çocukken Samsun’un kendine ait bir aurası vardı. Ülke genelinde fuar denildiği zaman İzmir den sonra adı gelen şehrimiz her yaz yüzlerce insanı bu şehre çekerdi. Çevre illerden Zonguldak’tan Artvin’e kadar uzanan bu sahil şeridi insan ı, fuarın açık kaldığı iki buçuk ay içinde muhakkak ki bir hafta sonunu bu şehir de geçirirdi.
O tarihlerde bu şehirde çocuk olanlar iyi bilirler. Muhteşem ışıklarıyla duvarlardan sarkan kristal taşlarıyla PAŞABAHÇE standı, çayı ile ÇAYKUR, çikolatası, meşhur fındık ezmesi, tane fındığıyla FİSKOBİRLİK, SAGRA standları... SAMSUN sigarasının standı tütün kolonyasının o ağır ama muhteşem kokusu ise hala burnumda, özlemlerimde...
Ya lunaparkın önünde ki renk renk tavşan balonlarıyla şapkasındaki düdüklerle baloncu Samet. Çinko kaplardaki sapsarı salatalık turşuları, beyaz önlükleri ile gelin arabası gibi süsledikleri el arabalarında ki mısırcılar… Nerde o zaman adım başı dönerciler, fuarın içindeki dönerci kuyrukları… Bunların hepsi ayrı ayrı hafızamdan silinmeyen anılarla dolu fotoğraflar.
Ve her fuara gidişimizde düğüne gider gibi süslenişlerimiz… Süslenirdik çünkü çok önemserdik. O yıllarda herkes fuara gitmeyi o stantları gezmeyi açık hava sinemasında film seyretmeyi, sahildeki tahta sandalyeleriyle meşhur çay bahçelerinde oturmayı severdi.
Samsunlu olmanın en büyük özelliğiydi yazın en güzel zamanlarının geçtiği o yıllar.
Neco gazinosuna, Faço restorana her yaz gelen ünlü isimler ve konserleri ise olay olurdu. Ünlü sanatçılar yarışırlardı, Samsun Fuarında çıkmak için onlar için ayrı bir prestijdi ve bu şehir bunu kaldırıyor o kültüre cevap verebiliyordu. O ünlü isimlerin bu şehre gelmeleri kadar o konserlere gitmekte ayrı bir olaydı. Yine her yıl çeşitli ülkelerden gelen folklor ekipleri ise ayrı bir renk katardı. Danslarıyla festivalleştirirdi adeta fuarı.
Ve sadece yazın bu şehre gelen giden insan sirkülasyonu ve akan para direk şehir esnafına ve dolayısı ile şehir ekonomisine yansırdı. Bölgenin turistik yönünün öne çıkmasına ve sosyal yapısının olumlu bir şekilde gelişmesinde büyük rol oynardı. Zaten tarım ve sanayisi istenilen seviyeye hiçbir zaman ulaşamayan bu şehir fuar sayesinde bölgede ki cazibe merkezi olma özelliğini korurdu.
Kısaca sevgili Samsunlu hemşerilerim o yıllar bir başka keyifliydi. Evet biz çocuktuk belki gözümüzde büyüttük gibi düşünebilirsiniz o yılları ama çok yanılırsınız..çünkü hala iç çeken yaşlı isimler tanırım o yıllar için..
Bunları sizlerle paylaştım çünkü o yılları ve Samsun’u az çok fotoğraflayın istedim gözünüzde. O yıllarda istatistik verilere dönülüp bakıldığında bu şehir göç veren değil aksine civar il ve ilçelerden göç alan bir şehirdi.
Çünkü Samsun Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirdiğinizde Türkiye’nin kuzey ortası hava, kara, deniz tren trafiğine sahip sayılı illerinden biriydi. Kuzey Anadolu’nun en büyük ili, Karadeniz Bölgesinin en önemli kenti ve ticaret limanlarından birine sahipti. O yıllarda tamamen mahalli imkanlarla, sosyo-kültürel yapıyı ekonomiyi, endüstriyel, tarımsal gelişimi sağlamak ve iç turizmi canlandırmak amacıyla 1963 yılında 19 Mayıs Karadeniz Fuarı adı ile açılmış, 1964’de de Bakanlar Kurulu Kararı Türkiye’nin ilk milli fuarı kabul edilmişti.
İşte bu mahalli imkanlarla hayata geçen fuar bir şehri bu kadar mı etkiler ve geliştirirdi.Tarihi doku yönünden Atatürk ün 19 mayıs 1919 da tütün iskelesinden karaya çıkmasıyla başlayan kurtuluş savaşı mucadelesinin temsilcisi olarakta görülen bu şehir, maalesef o yıllarda yakaladığı gelişmişlik hızını fuarın son bulmasıyla kaybetmiştir.
Sadece fuarını kaybetmemiş hemşerilik ruhunu da fuarla birlikte çok gerilerde bırakmıştır. Yatırımlar başka illere kaymaya başlamış yabancı sermaye şehre girmeye ve kazanılan her kuruş bu şehre yatacakken dışarıya vergi olarak akmaya ve dolayısıyla zorlaşan yaşam şartları da şehri göç vermeye zorlamıştır.
Fuarın kaybolmasıyla birlikte sosyo-kültürel yapıda da bir gerileme söz konusu olmuştur. Şehir üstüne düşen görevi yerine getirememiştir. Ne ticaret ve sanayi odaları ne esnaf odaları nede belediyeler bu konuda hem sanayicisini hem de dışarıdan bu şehre gelerek para kazanan özellikle finans sektörünün asıl sahibi bankaları yeteri kadar tetikleyememiş şehre gerekli katkılar sunmalarını gerektiğini gösterememişlerdir.
Bir ülkenin bir şehrin gelişmişliği sosyo-kültürel yapısıyla, dışarıdan akan yerli yabancı turist sayısıyla direkt orantılıdır. Sirkülasyonu olmayan bir şehrin kendi yağıyla kavrulur ekonomisi de imkanları ölçüsünde olacaktır. Bu şehir için önem arz eden korunamayan bu değerler gelişme hızımızı kesmiş elimizi kolumuzu bağlamış ve bu şehir çok uzun yıllarını bu durumu seyrederek geçirmiştir.
Son dört yıldır Samsun tekrar yapılan yatırımlarla canlanmaya başlamıştır. Çok yakında faaliyete geçecek olan fuar ve kongre merkezi ile eski nostaljisini yakalayamasa da daha etkin organizasyonlara ev sahipliği yapacaktır. Yıllarca konaklama sıkıntısı çeken Samsun şimdi peş peşe açılan otelleriyle bu sorunu da çözmüş açılan alışveriş merkezleriyle civar illeri hafta sonları bu şehre toplamaya başlamıştır.
Bir doğu bloku ülkesi olan Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte kapılarını dünyaya açan karşı kıyılar, 500 milyon dolarlık bir pazarla kucak açmış bizi beklemektedir. Dışarıdan gelen yatırımcılar maalesef bizden çok daha iyi gördükleri bu pazardan dilimlerini kapmak için bu şehre hiç düşünmeden milyon dolarlık yatırımları yapmaktadır.
Bence en büyük fırsat zamanıdır bu zaman. Yapılan turizm master planının bütçesel kısmının büyük bir bölümü bu şehirden para kazanan iş dünyasının ve yabancı yatırımcının bu güne kadar yapmadığı katkıları bu şehre yaptırmak, ilçe turizmini artırıp tekrar ilçe ve merkez ekonomisin canlandırma kazandığı insan sirkülasyonu ve potansiyeli ile kaybettiği yılları hızla geri kazanmak için çalışmalarını hızlandırmalıdır.
Yakakent’ten Terme kıyılarına kadar uzanan sahil şeridi ve Havza, Kavak, Ladik, Vezirköprü bileşkesiyle karasal ayrı bir yapı çizen Samsun termali, kanyonu, kayak merkezi, Kızılırmak Deltası ile kendini cazibe merkezi yapabilecek özelliklere sahiptir ama yine maalesef demek zorundayım şehre gerekli katkıyı sağlayamayan sanayici ve finans sektörünün asıl sahibi bankalar kadar turizm dernekleri de bu konuda gerekli çalışmaları yapamamışlar bu şehri tanıtmakta çok geç kalmışlardır.
Geçmişi geride bırakıp önümüze bakma zamanıdır bu gün. Bu şehir hak ettiği noktaya biran önce taşınmalı şehrin dinamikleri özellikle odalar ve belediyeler bu konuda çok ciddi sürdürülebilir politikalar geliştirmelidir. Bunu çok önemsiyorum çünkü yabancı yatırımcının bu şehir için öngördüğü tablo çok etkin ve gelecekte çok büyük kazançların kapısının açıldığı bir yer olacağının hesaplarını çoktan yapmış bulunmaktadır.
Bu güne kadar keşfedilmemişte yeni keşfedilen bir şehir değildir Samsun. Karşı kıyılarda ki pazarın odak noktası olacak bu şehir de gelen her yabancı yatırımcı bu şehre ciddi katkılar sağlayacak çalışmaların içine sokulmalı bu şehre olan ahde vefasını yerine getirmelidir.
DOĞDUĞUN YER DEĞİL, DOYDUĞUN YERDİR TOPRAK demiş atalarımız. Bu topraklarda doyuyorsak hakkını, hem doğup hem doyuyorsak vefa hesabını hep birlikte vermeli Karadeniz’in incisi bu güzel şehirde, hemşerisi olmanın güzelliğini ve gururunu hissetmeli, hissettirmeliyiz.
Yeşim
GÜRSOY
19 Ocak 2014 Pazar
BUNUN ADI KADER
Mİ ?
Bazen başlık parası, olur küçük bedenin
Bazen ortasındasın, kör olası berdelin
Kaçışın yok yağmurdan
Doluya tutulmadan
Ya gelin olacaksın
Ya da vurulacaksın
Bakmaz gözün yaşına, ne baban ne akraban
Kurban eder töreye,
Canına acımadan...
Bazen ortasındasın, kör olası berdelin
Kaçışın yok yağmurdan
Doluya tutulmadan
Ya gelin olacaksın
Ya da vurulacaksın
Bakmaz gözün yaşına, ne baban ne akraban
Kurban eder töreye,
Canına acımadan...
(Mehmet
Fikri ÖNALAN)
Kız çocuğunun kaderi yüzyıllardır çözülemeyen, aslında yanlış
bir kelime kullandım çözülmek için çaba sarfedilmeyen en büyük kanayan yara
olmaktan bir adım öteye gidememiştir..Ne gelişen teknoloji, ne ilmin irfan nın
artması, nede demokraside varolan
eşitlik yasaları parmak basamamıştır bu mevzuya.Aksine görmezden gelinen bu
sorun artık sivil toplum örgütleri ve yazılı görsel basının önlerine sürekli
sunmasıyla yeni yeni konuşulur çözüm aranır hale gelmeye başlamıştır.
Sorun kadının, kız çocuğunun sorunu gibi görünsede bütün
sorun kadına ve erkeğe bu çözümsüzlüğü
yaşatan toplumsal tabularda ve nefsini bir türlü kontrol edemeyen erkeğe aittir
aslında.
İki ayrı fıtratla farklı genler ve özelliklerle yaratılan
kadın ve erkek birbirini tamamlamak için dünyaya gönderilmişken nedir bu kadın
ve kız çocuğunun çilesi diye sormak lazım..
Peygamber efendimizin yaşadığı 600 lü yıllarda diri diri
gömülen kız çocuklarının neden buna maruz kaldığını bu günlerde şahit
olduklarım, bilakis tanıştığım bu çocuklar sayesinde çok daha iyi anlıyorum. Her
kötülüğün başı gösterilen kadının ortadan kaldırılmaya çalışılmasının asıl sebebi,
o kötülükleri yapanların kendilerini kontrol etmek yerine sorunu gözünün
önünden uzaklaştırarak günahtan kaçma çabaları değil midir.
Çocuk gelinler ve ensest sorunu gerek ülkemizde gerekse
dünya genelinde önlenmesi için en az
adımın atıldığı sorunların başında geliyor.UNICEF in en son raporunda dünya
çapında 25-49 yaşları arasında yapılan çalışmada 400 milyondan fazla kadının
çocuk yaşta evlendirildiğini işaret ediyor.
Sadece Diyarbakır
Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde 2010 yılında 573, 2011 yılında 520,
bu yılın ilk 8 ayında ise 193 olmak üzere 18 yaş altındaki toplam 1286 çocuk
anne olmuştur..!
Almanya da her yıl 3
binden fazla genç kadın zorla evlendiriliyor. Bunlardan yüzde 30u ise 18 yaşın
altında; yani çocuk.
Devletler önlem
almamayı sürdürdüğü takdirde, 2020 yılına kadar 100 milyon çocuğun gelin
olacağı tahmin ediliyor.
Bu sorun artık küresel
bir sorun olarak kabul edilmekte.Türkiye de doğuya doğru yaygınlık gösterdiği
düşünülen bu durum gelişmekte geri kalmış diğer dünya devletlerininde baş
sorunlarından birisi.
Sorun evdeki
ebeveynden, mahalle muhtarına, doktora, imama kadar giden geniş ve organize bir
çözüm ağı çalışması gerektiriyor.
TBMM Kadın Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) geçen sene bir alt komisyon kurarak
hazırladığı raporu artık hayata geçirmeli ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve
bakanlık bu raporları dikkate alıp yaptırım gücü yüksek kanunlar çıkarmalıdır.
Çocuk yaşta
evliliklerin sonuçları ise her biri farklı, evlendiği kişiye göre değişiklik
gösteren sonuçlarla ortaya çıkıyor. Kimi evleneceği kişiyi tanımadığı için ya
da tanısa bile sevmediği, zorla evlendirildiği için; evlendiği gece kağıt
üzerinde kocası olan kişinin anlayışsızlığı üzerine, kocası tarafından tecavüze
uğruyor; kimi, çocuğunu doğururken ameliyat masasında kalıyor ya da bazıları
henüz kendi çocuk olduğundan çocuk yetiştirmenin bilincinde olamıyor.
Dolayısıyla çocuğunun da sağlığı tehlikede olabiliyor. Bir çoğu karın tokluğuna
çalışan ev işçisi oluyor, kocasına en ufak bir itaatsizliğinde koca şiddetine
maruz kalıyor, kimi zaman kadın cinayetine kurban gidiyor, kimi ise yaşadığı
acıların son bulmasını istediği için intihara sürükleniyor .
12 Ocak 2014 Pazar
GÜNEŞ’İ BEKLERKEN…
Evimin
bir cephesi denize karşı ve ben her sabah güneşin doğuşunu bekleyerek güne
başlarım. Her gün bana, bir önceki günden daha farklı doğar sanki güneş. Çocukluğumdan
gelen alışkanlıklarımdan biridir, güneşin doğuşunu seyretmek. Bunları okurken
çok romantik bir insan olduğumu düşünenleriniz olacaktır muhakkak ama benim güneş
e karşı olan bu ilgim din öğretmenimizden dinlediğim ve çok etkilendiğim Hz.
Yusuf’un hikayesiyle başlar aslında...
Kardeşleri
tarafından, babası Hz. Yakup’un en sevgilisi olduğu için kıskanılarak kuyuya
atılır ve günlerce güneşi görmek için sabırla bekler Hz. Yusuf. Çok karanlık
geçen günler sonunda oradan geçen bir kabile tarafından bulunup kuyudan
çıkarılmasıyla güneşe güne kavuşan Yusuf, köle olarak satıldığı Mısır kralının
karısı Züleyha’nın aşkına karşılık vermediği için tekrar zindanlara atılır.
Yusuf’un
yıllarca süren güneşe hasret kaderi onun dünyada ki en büyük sınavıdır.
Karanlıklar içinde günlerce düşünür Yusuf. Bir zamanlar birbirlerini bu kadar
çok seven aynı şeylere inanan, aynı şeyleri düşünen kardeşleri şimdi ne
olmuştur da bu kadar büyük bir gaflet ve ihanet içinde olmuşlardır. Yusuf ne
yapmıştır da şeytan kardeşleriyle arasına girmiş ve onu bu karanlık kuyulara
attırmış ailesinden ayırmıştır. Her karanlığa düştüğünde Yaradan’a olan
inancını kaybetmeyen Yusuf, o görsün görmesin güneş in aynı güzellikte günü
aydınlattığına inanmış ve sonunda hak ettiği aydınlıklara kavuşmuştur.
Çok
önemli bir coğrafyada bulunan Türkiye, Ortadoğu ve Batının tam orta
yerleşkesinde, her iki kültüründe değerlerini birleştirerek oluşturduğu yeni
kimlikle dünya ya varlığını ispatlamış bir ülkedir. Hiç bir gücün bize bu
saatten sonra batılı ya da doğulu kimliği ile tanımlaması mümkün değildir. Müslüman
aynı zamanda medeni ve örnek bir ülkedir. Bu güne kadar bizim topraklarımız üzerinde
her türlü inanca yer verilmiş, her türlü inançtan insanlarla kardeşçe yaşamayı
başarmışızdır. Ezan sesleri ile çan sesleri yeri gelmiş birbirine karışmış
imamlar ile hahamlar rahipler aynı anda dua etmişlerdir. Fatih İstanbul’u fethettiğinde
ilk işi herkesi ibadetinde serbest bırakmak olmuştur. Batının alfabesini
almamız, şapkasını takmamız Müslümanlığımızdan hiçbir şeyi eksiltmemiştir.
Hızla gelişen dünyanın yarışı içinde asla geride kalmamış yetişemesek te
kimliğimizi bozmadan değerlerimizi koruyarak bu güne gelmeyi başarmışızdır.
Bir
elimiz Avrupa ile el sıkışırken bir elimiz Ortadoğu ile el sıkışmaktadır. Kurduğumuz
bu önemli köprü hem Müslümanlığın hem de medeniyetin gerçek köprüsüdür. Kurtuluş
savaşından bu güne sınırları çizilen bu ülkenin belki karasal savaşları bitmiş
ama üzerinde oynanan stratejik ve psikolojik savaşları asla son bulmamıştır.
Son
yıllarda dünyaya çizdiği yükseliş tablosuyla ciddi değerler kazanan ülkemiz
şimdi çok zor günler geçirmekte, dış güçlerin eleştirilerine ve kınamalarına
maruz kalmaktadır. Olayların gerçek boyutu anlaşılana kadar hepimize çok büyük
görevler düşmekte yazılanlar, söylenenler ileride birbirimizin yüzüne
bakamayacağımız boyutlara ulaşmamalıdır.
Bu
durum karşısında etkilenmemek kayıtsız kalmak ise imkansız. Beni en çok üzen ve
etkileyen şey ise bizim kardeş kardeşe düştüğümüz bu durum.
Bir
zamanlar aynı ideolojilere inanmış aynı insanlar şimdi stratejiler değişti diye
düşman mı olmalı?
Hangi
kardeş, hangi kardeşi kuyuya atmalı?
Biri
karanlıklarda kalırken, hangisi kazanmalı?
Tabi
ki hiçbiri olmamalı, olması gereken
Bu
polemikler biran önce son bulmalı
Oynanan
oyunlara gelinmemeli
Bu
ülke daha aydınlık güneşi beklerken, karanlıklarda kaybolmamalı.
5 Ocak 2014 Pazar
SÖYLE BANA,
SANA SORDULAR MI ÇOCUK.
BENİMLE DÜNYA DA OLMAK İSTERMİSİN DEDİLER Mİ
BURDA SAVAŞ VAR ,AÇLIK VAR
YALINAYAK KOŞMALAR,KORKARAK KONUŞMALAR VAR DEDİLER Mİ
HERŞEYE AĞLAMAK, HERŞEYE GÜLMEK YOK
SEN ŞEKER İSTERKEN, EVDE EKMEK YOK DEDİLER Mİ.
ELİNDE KALEM VARKEN ,OKULA KOŞARKEN
O KÜÇÜCÜK AVUÇLARA TAŞLAR VERDİLER Mİ..
PARLAK İSKARPİNLERİ,
FIRFIRLI ELBİSELERİ SANA GİYDİREBİLDİLER Mİ
SÖYLE BANA ÇOCUK SÖYLE
ONLAR SENİN ÇOCUK OLDUĞUNU BİLEBİLDİLER Mİ
Yeşim GÜRSOY
SANA SORDULAR MI ÇOCUK.
BENİMLE DÜNYA DA OLMAK İSTERMİSİN DEDİLER Mİ
BURDA SAVAŞ VAR ,AÇLIK VAR
YALINAYAK KOŞMALAR,KORKARAK KONUŞMALAR VAR DEDİLER Mİ
HERŞEYE AĞLAMAK, HERŞEYE GÜLMEK YOK
SEN ŞEKER İSTERKEN, EVDE EKMEK YOK DEDİLER Mİ.
ELİNDE KALEM VARKEN ,OKULA KOŞARKEN
O KÜÇÜCÜK AVUÇLARA TAŞLAR VERDİLER Mİ..
PARLAK İSKARPİNLERİ,
FIRFIRLI ELBİSELERİ SANA GİYDİREBİLDİLER Mİ
SÖYLE BANA ÇOCUK SÖYLE
ONLAR SENİN ÇOCUK OLDUĞUNU BİLEBİLDİLER Mİ
Yeşim GÜRSOY
Z RAPORU….
Koskoca bir
yılı daha geride bıraktık.
Biz bir
elmanın iki yarısıyız diyen karşı cinsimizin,
Yuvayı dişi
kuş yapar, kadınlarımız baş tacımızdır diyen bir toplumun,
Milyonlarca
kadınından biri olarak,
Dinimizce
cennet bize bağışlanmışken,
Dünyada
neler bağışlanmış diye bakmak amacıyla,
Bu yılın
ilk köşe yazısında geçen yılın kadın ve çocuk raporunu sizlerle paylaşmak
istedim.
550
Milletvekilinin 79’u ( % 14.2)
26 Bakandan 1’i
2.924 Belediye başkanından 26’sı ( % 1)
34.210
Muhtardan 65’i ( % 0.2)
81 Valinin 1’i
103 Rektörün 5’i
185 Büyükelçinin 21’i
26 Müsteşarın hiçbiri
TOPLAM
38.105 koltuğa
198 koltuğumuz var
885 kadın cinayeti ve intihar vakası
4 bin kadın cinayet vakası ise son sekiz yılda
kayda geçen
* Kadın İstihdam oranları çok
düşük kayıt dışı istihdam ise
rakamsal boyutu belirlenemeyecek
durumda.
* Kadınlara ve çocuklara taciz ve
tecavüz sayısı ise yüzbinlerce
Sadece 8 bine yakın çocuk bu yıl
cinsel suça konu oldu ensest
ve çocuk pornografisi başta olmak
üzere
15 çocuk aile içi şiddet sonucu ölüm
130 bin çocuk gelinimiz var (bu konuda Avrupa ikincisiyiz)
3 bin sokak çocuğumuz var(Sokak Çocukları
Araştırma
Komisyonuna göre bu rakam 40 bin)
4.5
milyon çocuk işçimiz (90 bini güneydoğu
ağır işçi)
2 bin 550 uyuşturucu kullanan çocuğumuz
var
*Cocukların suça karışma oranı ise son 5
yılda 2 kat artış
gösterdi, Gasp % 80, hırsızlık % 300 arttı (
Türkiye de hırsızlık
suçundan
yakalanan 100 kişiden 34 ü çocuk )
25 binin üzerinde devlet tarafından
koruma altına alınan çocuk var
2 milyon 100 bin çocuk engellinin
okullaşma oranı %2
(Özel eğitim dahil ilköğretimden
faydalanan engelli çocuk sayısı
28 bin)
*Yüzlerce Ayaz bebek gibi
açlıktan ölen ya da beslenemediği
İçin gelişemeyen bebeklerimiz
var.
*2002 yılında aralarında
kaymakamlık yazı işleri müdürü ,
Bir yüzbaşı,muhtar ve
korucuların bulunduğu 28 kişinin cinsel
İstismar ve tecavüzüne maruz
kalan 13 yaşındaki N.Ç. isimli kız
çocuğunun bunu kendi rızasıyla
yapmış olduğuna karar verip
ceza indirimine gitmiş
hakimlerimiz ve bu tranvanın üstüne hala
hükmü yüksek kanunlar
çıkartamayan hukuk sistemimiz var.
Yani var da var! Bu liste
sayfalarca eklemeler yapılarak detaylandırılabilir. Raporu iki cümle ile
özetlemek gerekirse; artılar yerinde saymış, eksiler artarak çoğalmış. Üstelik
bu verilerin çok da sağlıklı olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü kayıt dışı birçok
vaka daha var.
Ancak her şeye rağmen Nazım
Hikmet in dediği gibi,
sofradaki
yerimiz hala değişmeden, öküzümüzden sonra gelse de, önümüzde yepyeni umutların
olduğu yeni bir yıl daha var.
HAYALPEREST BİR KADIN
2007
yılında TOBB Başkanı Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun ülke genelinde bulunan
bütün oda ve borsalar içinde aynı zamanda bir kadın girişimciler kurulu
kurulmasını istemesiyle birlikte Samsun Ticaret ve Sanayi Odası (STSO)’na iş
kadınları olarak davet edildik. Aynı zamanda Avrupa Odalar Birliği
(EUROCHAMBERS)-Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Hisarcıklıoğlu Avrupa Birliğinde
2004 yılında başlayan kadın istihdamı ve karar mekanizmalarında kadın sayısını
artırmak, kadının hem kendi hem ülke ekonomisine katkısını sağlamak amacıyla başlayan
yapılanmasını Türkiye’ye taşıyarak kadın adına başlatılan en büyük
yapılanmalardan birini gerçekleştirmiş oldu.
2013’de
altı senesini tamamlayan bu kurulun içinde tam beş sene aktif görev aldım. Bu
zaman zarfında gerek uluslararası gerek ülke genelinde katıldığım birçok toplantıda
öğrendiğim en önemli şey biz kadınlar tarihin her safhasında olduğu gibi burada
da erkeğin arkasında ki yerimizi bilmemiz gerektiğiydi. Dünyadaki diğer
kadınların durumu da bizden çokta farklı değildi. Sorunlar aynı sadece gelenek
görenek yapısının ülkeler üzerinde oynadığı roller, kültürel farklılıklardan dolayı
kazanılan özgürlükler farklıydı.
Sayın
Hisarcıklıoğlu her yıl yapılan olağan kurulda “Böyle bir kurulu kurduğumuz için
bundan çok memnun olmayan bir sürü zihniyetle karşı karşıya kaldığımda onlara
söylediğim tek şey sizlerin bizlerin arkasında değil, artık yanında, hatta
yaratılışınızın inceliğinden dolayı yeri geldiğinde önde olmanız gerektiğinin
zamanının geliyor da geçiyor olması, ben sizlerin bunu yapacak güçte olduğuna
inanıyorum. Ancak baştan söyleyeyim, benim koltuğum hariç..! Şaka bir yana
diğer bütün koltuklara ben de burada ne zaman nasıl oturabilirim diye bakmak
zorundasınız. Bunun için çok çalışmak gerekiyorsa çalışmak zorundasınız,
farkındalık adına ne yapmanız gerekiyorsa üsluba uygun her türlü yarışın içinde
yer almalısınız.’’ sözleriyle farklı bir rota çizilmesi gerektiğini belirtiyordu.
Her
toplantı sonrası, ben ve arkadaşlarımın şehre dönüşü, bir yol boyunca
yüklendiğimiz bu motivasyon ve enerjinin hayalleriyle dolu dolu olurdu.
O
zamanlar çok düşünürdüm acaba bu sözleri ne kadar gerçekçiydi. Bunu en iyi
gösterecek ölçü ise zamandı. İşte o zamandan bugüne koskoca altı yıl geçti. Bir
oda seçim dönemini yaşadık. En azından tek olan koltuğumuzu koruduk. Yanına bir
ilave yapamadık. Kurullar bu gün kendi yağıyla odanın himayesinde
faaliyetlerine devam ediyor. Var mıyız varız!
Şimdi
içimizden bir belediye başkanı adayı çıkardık. Aynı zamanda Çarşamba TSO da
meclis üyeliği görevi de yapan arkadaşımız Tülay Özçelik Kavras’ın heyecanla o
koltuktaki yerini almasını bekliyoruz.
TOBB
başkanımızın verdiği çabanın bir benzerini sayın başbakanımız yaptığı birçok
açıklamada dile getirmişti. Kadın adaylar çıkarma noktasında başarısız
olduklarını özellikle Anadolu’da kadın adaylar istediklerini belirtmişti. O
sözlerin üstünde bir seçim dönemi geçti meclisteki koltuk sayısındaki artış
yüzde on bile olamadı.
Şimdi
yine bir seçim dönemi ve ben soruyorum, Sayın Hisarcıklıoğlu Ticaret Odalarında
görev almış kadınlardan kaç kadın belediye başkanım, kaç muhtar adayım var diye
merak ediyor mu?
Sayın
Başbakanım, kadın adaylarıma öncelik tanıyacağım ne olursa olsun şans vereceğim
diyor mu?
Gazeteler
şu başlığı atmak için heyecanlanıyor mu?
HİSARCIKLIOĞLU
ADAYLARI BULDU, BAŞBAKAN KOLTUĞA OTURTTU…
BOŞ VARİL…
İki üstat yolda yürürlerken birden yukarıdan aşağıya
kendilerine doğru yuvarlanan iki varil görürler. Üstadın biri arkadaşına dönüp ‘’çok
ilginçtir üstadım, ikisi de aynı varil neden birinin sesi bu kadar çok çıkıyor
‘’ diye sorar..
Diğer üstat cevap verir…
‘’Neden olacak, muhakkak ki birinin içi boştur
üstadım. ‘’
Bu günlerde ülkemiz yine çok etkileyici, çok sesli gündemlerle
zorlu bir sürecin içine girdi. Gerek coğrafi yapımız, gerek stratejik konumumuz
yüzünden ülkemiz üzerinde oynanan siyasi oyunların sonu gelmek bilmiyor. Günlerdir yazılanlar, anlatılanlar, seyrettiklerimiz
bana göre çokta şaşırtıcı şeyler değil.
Şuanda gündemde hükümet var, cemaat var, muhalefet var,
kanun var, savcı var, polis var, ortada işlendiği üzerinde konuşulan büyük bir
suç var,, Her kim ne yaptıysa vatandaşın hakkı nasıl yendiyse hesabı da öyle
sorulsun. Burada beni en çok rahatsız eden konu olayın rüşvet ve yolsuzluk
ötesinde başka boyutlara taşınarak yine Müslümanı Müslümanla karşı karşıya
getirme noktasında dış güçlerin elde edecekleri başarı. Hem İslami açıdan hem
ekonomik olarak sergilediğimiz tavırdan, elde ettiğimiz başarıdan rahatsız
olanlar var.
Devletlerin savaşı bitmez. Lütfen bunu görelim. Evet
kayıtsız kalmayalım ama biz savaşmayalım.
Kendimizi bildik bileli dünyada siyasi komplolar,
skandallar, rüşvetler, yolsuzluklar
yüzünden hükümetler parçalanarak son bulmadı mı? Koskoca Osmanlı 600 yy.
sürdürdüğü yönetimi sırf bu konular yüzünden kaybetmedi mi?
Kim kusursuz! Gidenler mi, kalanlar mı, şimdikiler mi,
biz mi?
Bu günlerde de çıkan gürültünün fütursuzca
araştırmadan, kulaktan kulağa yazılanların söylenenlerin hesabı yok. Yerel basın,
ulusal basın, medya bu günlerde çok yoğun. Sosyal medya ise amiyane bir tabir olacak
ama yıkılıyor. Dün dost olanlar bu gün kanlı bıçaklı, dün göğe çıkarılanlar bu
gün yerin dibinde. Bilende konuşuyor bilmeyende.
İnsanın en kıymetli ilişkisi, kendisiyle olan ilişkisidir.
Bu durum aynı zamanda ülkeler içinde geçerli. Bumerang yasasını unutmayalım. Ne
atarsak bize o geri dönecek.
’Konuş ki seni göreyim ‘’demiş Sokrates. Konuşalım,
yazalım, çizelim ama şunu lütfen göz ardı etmeyelim, bu gün konuştuklarımız
yarın kaderimizi belirleyecek. Gereksiz gürültüden aslı duyamaz olduk. Yine
aynı gaflet içindeyiz. Eski manzaralarla karşı karşıyayız. Ancak eski
manzaralara yeni gözlerle bakmak zorundayız. Elimizdeki kalemin ucu sivri
dilimizin de kemiği yok. Ama yazdıklarımızla, söylediklerimizle etkilenecek
strateji belirleyecek çok.
Yunus Emre nin dediği gibi, baş kestiren, balyoz gibi
sözler yerine anlaşmazlıklara tezatlıklara son verecek sulh sağlayacak en
azından galeyana getirmeyecek sözlerle yola çıkmamak lazım.
‘’ Söz ola kese savaşı ,
Söz ola
kestire başı,
Söz ola ağulu
aşı
Bal ile yağ
ede bir söz ‘’
Yunus
Emre
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)