Can Dost

Can dost

Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda

güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında

ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda

kör olup göremediğin barışta ,

din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda

bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada

seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda

tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun

yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde

var olan can dostta saklı yaşam...


yeşim ce...


her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...

27 Ocak 2020 Pazartesi


MAZİYE BİR BAKIVER!
Hangi yaşta olursanız olun, olduğunuz yaşın toplamı aslında yaşanmışlıklarınızın toplamıdır. Hayat su gibi deriz ya artık su gibi değil, gürül gürül akan hızlı bir şelale gibi. Yaşam standartlarını düşürmeden bu günlerde yükselterek diyemiyorum çünkü seviyeyi korusak yeter dediğimiz zamanlardayız.
Bu sadece bizim ülke ekonomimizle de direk bağlantılı bir söylem değil dünyanın neresine bakarsanız küresel ve ekonomik krizler her yeri etkisi altına almış vaziyette.
Bilişim ve teknolojinin hızı da küresel etkilerin hızını aratmayacak derecede resmen yarışıyorlar. Yapay zeka diye tabir ettiğimiz insan iş gücünün yerini alan mekanik robotlarda artık iyice insan şekline büründürülerek hatta insansı duygularla donatılarak sahalarda yerini almak üzere.
Türkiye'nin dört bir yerinden Üniversitelerden gelen talepler üzerine üniversite gençliği ile buluşup seminerlerine katılıyoruz. İlk yazımda sizlerle paylaştığım sosyal sorumluluk ve girişimcilik konularını öğrencilerle paylaşıyoruz.  Gençlere gelişen dünya hızının içinde ellerinde ki diplomaların yetmediğini hatta aynı bölüm mezunları olarak sahaya çıkarken birbirinizin değil gelişen teknoloji rakipleri olduğunu anlatıyoruz. Yeni mekanik insanlar, Sophia’lar geliyor diyerek sadece iş potansiyelinde değil duygusal olarak da neleri kazanıp neleri kaybediyoruz, insanlık olarak hep birlikte inceliyoruz.
Yine böyle bir seminer esnasında katılımcı gençlerden bir tanesi beni çok etkileyen bir tespitte bulundu. Hocam bizler bunun ne kadarından etkileneceğiz bilmiyorum ama beni çok etkileyen bir konu var. Birbirinden gitgide uzaklaşan insanlık sayesinde artık bir mazimiz olamayacak. Geçmiş hafızamız belki de sıfırlanacak. Çekirdek yaşamdan öte biriktirdiğimiz, hey gidi günler diyeceğimiz anılar hiç oluşamayacak.
Bizler gibi orta yaşlar sınırındaki insanların yaşanmışlıklarının, biriktirdiklerinin içinde mazi ile ilişki kurması çok normalken karşımda yirmili yaşlarda hayata daha yeni başlamış taze gençliğin maziye özlem duyamayacak olmasından bahsetmesi çok düşündürücüydü.
Bir an durdum ama çok uzun sürmedi. Ne kadar doğru söylüyordu, ne kadar haklıydı. Ne eski dostluklar, ne işveren çalışan ilişkisi, ne eski duygusal aşklar, ne komşuluk ilişkisi, ne bizim mahalle kültürü, ne de ebeveyn bağları… İnsanın kanı donuyor düşününce duyguları kalmayan sadece yaşayan bir insanlık. Bakınca şimdi bile öyle değil mi biraz.
Sabah ellerimi yakan, mis gibi sıcak ekmek almaya gittiğim fırınlar, Mümin Amcanın terek bakkalı, Yorgancı Saim Usta, Marangoz Yusuf Amca, el arabasıyla dondurma satan İsmet…
Siyah beyaz fotoğraflarımız var bizim, mis gibi çiçeklerle donatılı cam önlerinden geçerken içeriden gelen tereyağında yakılmış taze nane kokuları, bütün mahalleyi saran bol zeytinyağında kızaran pişiler, beyaz sakalları boynuna inmiş hacı yağ kokulu dedelerimiz.
Bacası tüten birbirine komşu olan mini bahçeli, önünde ki asma bağları bulvarı saran, terasları odun dizili evler, kaldırımlarında evcilik, yakan top, istop, beştaş oynadığımız deli gibi koştuğumuz, saklambaç oynarken, çığlıklarımızın yeri göğü inlettiği sokaklar artık yok.
Şimdi olmasalar da, hayatımıza girmiş çıkmış mazimizde yerini almış sayısız anılarımız var. Bunlar ilişkilerle duygularla oluşmadı mı? İnsanlık birbirinden uzaklaştıkça, çekirdek aileler bile birbirinden kilometrelerce uzakta yaşadıkça, yalnızlık arttıkça, evde, işte, sosyal yaşamda paylaşımlar olmadıkça ne birikecek hangi mazi oluşacak.
Bu ay dergimizi incelerken göreceksiniz. Avustralya'da doğanın isyanı, her gün yeni bir türü ile karşımıza çıkan kanser, sevgi mesajlarının havada uçtuğu on dört Şubat, Samsun’un Cennet köşelerinden Bafra. Hepsi o kadar iç içe ki. Koruyamadığımız her şey mazi olamayacak kadar yok olacak.
Tatlı acı anılarımızdan başka hiçbir şeyi şu bir nefesle gelip, bir nefesle gittiğimiz dünyadan götüremeyeceğimizi düşünürsek, o iki nefes arasında nasıl yaşamamız gerektiğine de bizler karar vereceğiz. Ne doğumlar bitecek ne de ölümler. Gönülden ne yaşadık neleri hatıralara yazıp yanımıza kattık asıl olan o.
Bunu düşünerek adım atsak mı her şeye…
Ne de olsa yapan da biziz, bozan da.
Ömrümüzün son demleri dediğimiz zamanlara geldiğimizde Müzeyyen Senar'ın nağmeleri düşmesin dilimizden,
Ömrümüzün son demi son baharıdır artık.
Maziye bir bakıver neler neler bıraktık…
Kapınız çalıyor, duyuyor musunuz?
Mazi sizin kapıya da gelivermiş...
Açın bakalım geri de kimler kalmış, kimler gelebilmiş…