Can Dost

Can dost

Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda

güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında

ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda

kör olup göremediğin barışta ,

din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda

bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada

seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda

tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun

yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde

var olan can dostta saklı yaşam...


yeşim ce...


her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...

9 Ağustos 2013 Cuma

EN BÜYÜK İBADET SEVEBİLMEKTİR..

Güneş karanlıklar içinden o sarı kollarını yavaş yavaş çıkarırken, gecenin zifiri karanlığına inatla ışık olan yıldızlar kaybolur hafif bir kırmızılıkla gün ağarır. Her sabah bu manzarayı seyretmek beni çok mutlu eder ve bir o kadar da düşündürür. Her yeni gün yeni bir umut, yeni bir doğuştur benim için.

Ne güzel düşünmüş yaratıcı büyük güç derim içimden. Ya hep gündüz olsaydı ya da hep gece. O zaman bilebilir miydik güneşin doğuşunun ve batışının bu kadar gizemli olabileceğini, karanlıklara saklanan yıldızların bize yukarıdan böylesine güzel göz kırpabileceğini, o muhteşem görüntüsü için yüzlerce şarkı yazılan mehtap ışığında aşıkların bir başka görüneceğini.

Alemler içinde bir başka alem olan insanoğlu kendine sunulan bu güzelliklerin farkında mıydı acaba. Her varoluşun ayrı bir sebebe sonuç oluşu, asıl yaşama sebebimizin birbirimize olan ihtiyacımız olduğu ve şükrü görebilmek için dertlerimizin bile birbirimizi teselli konusu olduğu.

Ne zaman hasta ziyaretine gitsek, ne zaman bir yas evinde insanların  acılarını görsek ne zaman bir yetimin gözyaşlarına şahit olsak şükretmez miyiz  Hasta olan biz olmadığımız için, ölenin bizim yakınımız olmadığı için ya da o yetimin bizim çocuğumuz olmadığı için. İşte burada yine düşünürüm, şükür ne kadar doğrudur bu noktada. Şükür ettiğimiz durum onların yerinde olmadığımız için midir, yoksa onları tanımamıza vesile olan büyük güce bize bu fırsatı verip onlara el uzatabilmemiz için midir?

İşte merhamet burada başlar insanın tam yüreğinin içinde. Yaşam muhakemesi olmayanın merhameti de yoktur bence. Hayatı sadece kendi ekseninde gören etrafına kör bakan, ne kendine verilenlerin kıymetini bilebilir, ne de insan olabilmenin şefkatini yaşayabilir yüreğinde. İnsana verilen en güzel özelliklerden biri sevebilmektir. Sevmeyi bilebilmektir. Sadece yaratılan iki farklı fıtratın aşk ı değildir sevmek. Uçan bir kuşun kanadına, rengarenk boyanmış kelebeğin desenlerine, çiçeklerin göbeğinde saklı minicik tohumlarda saklıdır sevmek.

Yaradanı sevince onun yarattığı her şey başka görünür insanın gözüne. O'nun o sık dokuyan ince eleyen akıl almaz gücü şaşırtır her defasında. Nasıl dersin nasıl düşünmüş bu kadar ayrıntıyı, nasıl bir çeşitlilik, nasıl bir seçenek. İşte orada aşık olursun ona her defasında yeniden hayran olursun. İçindeki onu tasavvur edemediğin şeklini çizersin ve hayaline sığmaz bir güzellik olduğuna inanır ona aşkını ispatlamak istersin.

Yarattıklarını severek, ona layık olanlara dokunarak yapmanı istediklerini yaparak ibadet edersin. Onun insanoğluna bahşettiği Aşk da böyle değil midir? Sevdiğine tapmaz mı insan, gözünün içine bakmaz mı, özlediğinde içi içine sığmaz mı, onun için ne yapacağını şaşırmaz mı? İşte yaradana ibadette burada başlar merhametle sevginin aşkıdır ibadet. Sevgi de saklı olan huzur gibidir merhamet. Senden medet olana derman olmak, elini vermek, ona dokunduğunda yaradana bir adım daha yaklaştığını hissetmek gibi. En sevdiğine olan aşkı yaşarken ona bir kez daha aşık olmak gibi. Şimdi bir düşünün hayatınızda her şeyi güzel gören kaç tane insan var.

Sorgulayın etrafınızdakileri ne kadar aşıklar, Yaradana. Ne kadar merhametliler, ne kadar çözmüşler sevmenin sırrını. Oysaki istenen tek şey sadece sevmek. Sevmenin gerçek sırrına erebilmek, tıpkı Yunus'un dizelerinde ki gibi. Çok kısa olan hayatımızda bu sırra erenlerden gerçek aşkı yaşayabilenlerden onlarla buluşabilenlerden olmak dileğiyle.

                                                                                                  YEŞİM.....

MERHAMET GÜZELİ GÖREBİLMEKTİR
SEVMENİN SIRRINA EREBİLMEKTİR
CİHAN ALEM BİLSİN Kİ ŞUNU
EN BÜYÜK İBADET SEVEBİLMEKTİR....

YUNUS EMRE        



          

TAHTA TAKUNYALARIM VE TIKIRTISINDA SAKLI BAYRAMLAR

Tıkır tıkır ayağımdaki tahta takunyalarımın sesi hala dün gibi .En çok sevdiğim terliklerimdi, dedemin Tokat tan getirttiği tahta takunyalar..Her yıl yenisi gelirdi..ayaklarım büyüdüğü için .



Dedem söylemeden yaz başı ayağımda olurlardı…Küçücük hafif topukları vardı tabanında. Kim yapıyorsa bir başka güzel yapıyordu o takunyaları..Tek sıkıntısı oda bana göre değil ama anneme göre yürürken çıkarttığı tıkırtılardı…

Bizim evimiz bahçe içinde iki katlı önünde boydan boya bir asması olan çok güzel bir evdi..Üst katta dedemler alt katta biz otururduk..iki katı birbirine bağlayan merdivenler ise benim her gün kova kova sularla oynayarak akıtmayı çok sevdiğim ,  en az yüz defa tahta takunyalarımla inip çıktığım çocukluğumun en eğlenceli mekanlarından biriydi..

Yeni takunyalarımın geldiği ilk zamanlar dışarıda giymeye kıyamazdım onları..Sadece evin içinde, birde bizim merdivenlerde inip çıkarken..Sonra dayanamaz dedemle toptancılar arastasına giderken bir gün giyerdim.. O takunyalarla yürümenin keyfi anlatmak mümkün değil..hele birde birisi ^ne kadar güzel takunyaların varmış.^dediyse değmeyin keyfime…

Toplu yaşama gecene kadar yani dedemlerin evinden bir sokak aşşağıda yeni yapılan apartmanın beşinci katına taşınana kadar takunyalarım ve ben çok mutluyduk..

Annem asansörümüz olmasına rağmen o zamanlar çok kesilen elektriklerimiz yüzünden içinde kalır korkarım korkusuyla tek başıma binmeme izin vermezdi..Bu yüzden beş katı tahta takunyalarımla hemde atlayıp zıplayarak inip çıkardım, takii alt kat komşumuz ptt de çalışan Sebahattin amca nın bir sabah yine o merdivenlerden üçer beşer atladığım anda kapıyı can hıraş kızgın bir yüzle açıp bana

----- bir daha bu merdivenleri o takunyalarla koşarak değil yürüyerek bile inersen takunyalarını elinden alırım ..

Diyene kadar…

Zaten çok ses yapıyor diye kızan bir annem varken biz şimdi nerden bu apartmana taşınıpta benim huzurumu kaçırmıştk anlayamamıştım hiç..Bana çok kızan olmadığı için bu sert tepki beni epey bir ağlatmıştı o zamanlar..Oysa ki beni çok seviyorlardı..Onların cocukları olmadığını söylemişti annem..Tatile gidip döndüklerinde ismimin yazılı olduğu boncuktan bir kolye getirmişlerdi hatta bana..Şimdi ne olmuştuda bu kadarcık tıkırtıya bu kadar kızmışlardı..Annem haklı olduklarını bir daha o terlikleri giymemem gerktiğini söylediği zaman ki kızgınlığım küskünlüğüm ise tarifi çok zor.

Takunyalarımı giymeme baskısına çok dayanamadım..Anneme yalvar yakar merdivenleri yavaş yavaş ineceğime söz verip yine takunyalarıma geri döndüm..Ama beş kat parmaklarımın ucunda hemde tahta takunyalarla yavaş yavaş bitmek bilmiyor.

Benim gibi sabırsız biri için çok uzun bir süre..Neyse onada bir zaman sonra bir çözüm buldum.Evden çıktıktan sonra takunyalarımı elime alıyor istediğim gibi atlayıp zıplayıp iniyor en alt katta tekrar takunyalarımı giyiyordum…

O yıl apartmanda ilk bayramımızdı .Ve sebahattin amcaların bize bayram ziyareti.Annemin hadi kızım el öp demesiyle zorla giden ayaklarım.Eşi Belgin teyze bu duruma çok üzülmüş olmalıydı ki elinde pakete sarılmış bir kutu bana hediye edildi..Sebahattin amca ise bıyık altı bir gülüşle bunları istediğin kadar giyebilirsin ses yapmazlar diyince paketi açtım..
İçinden Esem marka bir ortapetik lacivert terlik çıktı..Nasılda sevimsizlerdi benim tahta takunyalarımın yanında.Ayıp olmasın diye teşekkür ettim ve onların yanında giydim..Bu son giyişimdi zaten o terlikleri . Kapıcının kızı Esma ya hediye edip kurtulana kadar giymemek için her yolu denedim..

Şimdi yine bir bayram ve aklımda takunyalarım..Hoplayıp zıpladığım çocukça sevinçlerim..Dedemi babaannemi özlediğim o güzel günlerim..Bayram sabahı mis gibi fırından yeni çıkmış ekmek kokularıyla camiden gelen ve gelir gelmez gidip pamuk sakallarına sarıldığım dedem .Elini öper öpmez mendil içinden çıkan küçük burma bilezikte bayram hediyem ve tahta takunyalarım..

Bana saray olan o güzel iki katlı ev ve içinde beni prenses gibi yaşatan sevdiklerim..Hiç unutmuyorum ,hiç unutmayacağım..o güzel bayramların tadınıda sizleride.

Kocaman bir SELAM gönderiyorum..beyaz pamuk yüklü bulutların ötesine cennet çok uzakta diye..Aslında tam kalbimin içinde bana çok yakın olduğunuz yerden sesleniyorum size..

Sizden aldığım huzuru dağıttığım sevdiklerimle birlikte nice güzel bayramlar görmek sizi anmak, yaşamak, yaşatmak umuduyla iyi bayramlar herkese….

                                                                                                                 YEŞİM……..