NE BÜKE BİLEN, NE ÖPE BİLEN ZİHNİYETLERE İTHAFEN…!
1993-2002 yılları arasında tam dokuz yılım, Ondokuzmayıs
Üniversitesi dahiliye, nöroloji, nöroşiroloji bölümlerinin içinde geçti.
Bu dokuz yılın en az beş yılını, o koridorlarda
koşuşturarak, kaldığımız odaların camlarından her sabah gelen ve her akşam giden
arabaların sayıları sayarak geçirdim.
Sayısız doktor, akademisyen, hemşire arkadaşlarım vardı, hep
yanımızdaydılar, onlara uzun yıllar ve tedaviler aşamasında bir o kadarı daha
eklendi.
Hayatımız da peşpeşe yaşanılan talihsizlikler, herkesi
etkiliyor, mücadelemizi görüyor bizi rahat ettirsinler diye hepsi görevlerinin
üstünde çaba harcıyorlardı..
Ne yazık ki biz üç hastamızı da oradan sağ çıkaramadık.
Ellerimizden kayıp gittiler.
Ben ki hastaneden, kokusundan, her şeyinden ireti olan
biriyken, söz konusu kendi canın kanın olunca hiçbir yerine dokunamadığım
hastanenin en uygun köşelerine kafamı dayayarak uyudum.
Ben ki bebek kakasından tiksinen, çaresiz kalınca
dayanamayıp hiç tanımadığım hastaların altını aldım, tükürüğü boğacak hemşire
gelene kadar geç kalacak diye aspire makinalarıyla kaba olucak ama tıbbi adıyla
balgam temizledim.
Ben ki ölü kelimesinden bile korkan ben,
bir beden bir ruhtan nasıl ayrılıyor, o can nasıl veriliyor,
o koku, o ten pembeden sarıya nasıl geçiyor, salavat nasıl veriliyor, ya da
verilemiyor çok şahitliğini yaptım.
VE BEN
O odalarda 2000 li yıllarda, nöroloji bölümünde dayısı
tarafından tecavüz edilmiş iki yaşındaki bir bebeğin annesinin ''Allah ım onu
böyle yaşatma al'' feryatlarıyla ensestle tanıştım.
Belki bunu da yazmam çok doğru değil ama benim niyetimi
bilenlerin anlayışına sığınarak yazıyorum;
Dedem toptan zahireci, babam kabzımal olduğu için kilo
bilmeden büyüyen, para kavramı olmayan, yokluk görmeyen ben, parasızlık ne
demek onu da çok acı gerçeklerle öğrendim.
Kan parası, can pazarı ne demekmiş, kan almak için cebinde parası yetmeyen bir evlatla, hastanelerde kanını sermaye yapmış kaçak satarak çocuklarına ekmek götürmeye çalışan bir babanın içime kazınan sahnelerini seyrederek öğrendim.
Kan parası, can pazarı ne demekmiş, kan almak için cebinde parası yetmeyen bir evlatla, hastanelerde kanını sermaye yapmış kaçak satarak çocuklarına ekmek götürmeye çalışan bir babanın içime kazınan sahnelerini seyrederek öğrendim.
Çok Türk Flimlerini aratmayacak sahneleri o koridorlarda
yaşadım.Kavonoz içinde el bebek gül bebek büyütülen, dış dünyayı kendi ekseni
gibi pembe gören ben siyahı, griyi hayatı öğrendim.
İşte orda başladı benim evrimim, dönüşümüm, gerçek sandığım
her şeyin dünyevi, asıl gerçeğin maneviyata dönüşü..İşte o odalarda başladı
Mevlana ile buluşup mesneviye dalışım,Yunus' la, Hacı Bektaşi Veli ile Şems ile
tanış oluşum..
İşte o koridorlarda başladı ne yapabilirim, bu öğretiler bu
yaşadıklarım acı birer tecrübe değil tevafuk, ''derdim var deme, ne dertler var.'' diyor, sana verilen ödev sınavların
dediğim yola koyuluşum.
Herkes gün gün gezerken, parmağındaki taşın kratını, Louis
Vuitton çantalarını konuşurken her imkanım olmasına rağmen, öğrendiğim gerçekler
için neler yapabilirim koşuşturmalarım.
Bazı sivil toplum kuruluşlarını amaçlarından dolayı
eleştirdiğim, orda olmak istemediğim için kabul görmeyişlerim, uyumsuzluğum onların
tanımıyla yabaniliğim..
Şimdi bunları durup dururken niye yazdım..
Tabi ki herkesin bir hikayesi var tıpkı benim gibi, ki
yazdıklarım hikayemin en minimize giriş özeti..
Niye yazdım şimdi durup duruken bunları biliyor musunuz;
Hayatını sadece bir yerlere sığınarak, birilerinden güç
alarak idame ettirmiş, ruhları kalp gözleri Allah tarafından kapatılmış, asla
iflah olmayacak adı benim gibi insan olarak geçen kişilerin biraz haddini
bilmesi için yazdım.
Benim 17. yılını tamamladığım, sahalarda mucadelesini
verdiğim her konunun arkasında duracak, bu gün bir koltuğa oturtulsam, yetki
verilse çözecek kadar harmanında olduğumu anlamaları için yazdım.
Yanımıza gelmeden ordan buradan resim kopyalayarak, yalan
haberler yaparak, devletten, adaletten iyi bildiğini ispatlamaya çalışanlar,ne yürüdüğüm yolu yürümüş, ne de benim ayakkabilarımı giymiş, uzaktan komutla çalışanlar için
yazdım.
Mertliğin cinsiyeti yoktur bende …Mert kelimesinin anlamını
araştırsınla,r yanıma gelsin benden sorsunlar, uzaktan yorulmasınlar diye
yazdım.!
Bugün yanımda olan, arkamda duran herkes benim hikayelerimin
içinde benimle mücadele etmiş ve benim yürümeye çalıştığım yola inanmış, ne
benim kurduğum derneğe, ne de o derneğin gücüne sığınmaya ihtiyacı olmayacak kadar titride, ekonomik
gücüde yüksek insanlar .
2013 de ‘’Kadın Ustalar Projesinde’’ yaşadığımız
olumsuzluklar üzerine o zamanki Vekilim Sayın Tülay Bakır la paylaştığım ‘’cinsiyet
ayırt etmeden özgür her konuda çalışmak istiyorum Sayın Vekilim’’ dediğimde ''en güzeli kendi derneğini kurmak olucaktır ''diyerek önümü açtığı ve benim çalışmalarıma inanan, başarmam için
mücadeleme saygı duyup katkı sunan insanlarla ELVİN adı altında tamamladığım
sahalardaki 13. Elvin deki 4 . yılım..
Ne benim, yıllardır siz sorunları uzaktan seyrederken, hatta
ne olduğunu bilmezken
Benim ayağımda topuklu ayakkabılar yerine kara lastiklerle
onlardan biri olarak,
Onları anlamaya çalışarak yürüttüğüm çalışmalarıma, ne de
ELVİN i kurduktan sonraki başarılarımıza kara kaleminiz gölge düşüremeyecek.
Sizler şantajla insanları sömürürken, benim hiçbir
karşılık beklemeden verdiğim yıllarıma
Herkes izin verse sizin varlığından haberdar olmadığınız Hak
izin vermeyecek.
VE yaptığımız her projede ki( mütevazi olamayacağım bu
yazımda çok ta bana uymuyor ama bardağı taşırdılar) hepsi de birbirinden büyük,
akademik çıktıları çözüm odaklı projeler, projeler de emekleri olan kişilerin hepsi bende
kıymetli kişiler.
Onlardan biri olmasa o başarıların yakalanamayacağı
projeler, hiçbir yanlışını görmediğimiz vefasına saygı duyduğumuz kişiler..
Bu güne kadar sahadaki çalışmalarımızda üç vali, sayısız
ilçe belediye başkanı, üç bakanlık ve sayısız kamu kurum kuruluşlarıyla
çalıştık proje yürüttük.
Yaptığımız bütün çalışmalar kağıt üstünde, laf ucunda değil taşın altında eli değil kollarıyla girilip
Çalışılmış projeler.
Yaptığımız bütün çalışmalar kağıt üstünde, laf ucunda değil taşın altında eli değil kollarıyla girilip
Çalışılmış projeler.
Sadece proje üret deseler bana,benim aklımdakilere benim
ömrüm yetmez.
Bugün yıllardır yaptığımız projelerde dokunduğumuz binlerce
insanın kalbini kazandık.
Doğru işlerimizle duayı,takdiri, ödülü, alkışı kazandık.
Belki onların sorunlarını çözemedik ama gönüllerini
fethettik..
Sorunları en doğru noktalara, en doğru şekilde taşıdık.
‘’Kendilerine ait hayalleri olmayanlar, sizinkileri de
göremez ‘’..demiş Murathan Mungan..
Bu yazıyı okuduğunuz andan itibaren hayal kurmaya başlayın..
Belki beni, bizi çok daha iyi anlayabilirsiniz..
Dünya üzerinde 400 milyon çocuk savaş, açlık, işgal,
yoksulluk yüzünden ya annesiz, ya babasız ya da her ikiside yok yetim..
Sadece bizim şehrimizde ki Aile Sosyal Politikalar
kurumlarında kalan çocuk sayısı bile çok üzücü..
Koruyucu aile sistemi farklı çözümler için proje
aşamasındayız..Benim onlar için büyük hayalimse Çocuk Köyleri..
Varsa cesaretiniz gelin hayalimi anlatim.Yazın sesimizi duyurun..
Varsa cesaretiniz gelin hayalimi anlatim.Yazın sesimizi duyurun..
Aklınızı, kaleminizi
iyilikleri tüketmek için değil yaşatmak için kullanın..
Yeşim Gürsoy olarak, Elvin Derneğinin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak
Şahsım ve derneğim adına yaptığımız çalışmalara gölge
düşürmeye çalışanlar
Size kısaca bu yazımda şunu söylüyorum;
Biz inandığımız yolda, yaptığımız çalışmalarla arkamızda
yüreğimizi adımızı bırakacağız..
Belki bir Mevlana, bir Yunus, bir Hacı Bektaşi Veli
olamayacağız
Ama birilerinin kalbinde adımız, ellerinde sıcaklığımız
kalıcak.
Sizler için de selamet dileklerimiz.
Yeşim…