Can Dost

Can dost

Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda

güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında

ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda

kör olup göremediğin barışta ,

din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda

bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada

seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda

tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun

yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde

var olan can dostta saklı yaşam...


yeşim ce...


her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...

12 Kasım 2017 Pazar


                                 
                                             
                                                              GÖNÜL DAĞI
                                                     https://youtu.be/7yQI2mUX7Rc
Ne zaman Neşat Ertaş ın Gönül Dağı türküsünü dinlesem hep Anadolu canlanır gözümde..
Pamuk tarlalarında ki işçiler, yol boyu çadırlar geçer gözümün önünden.
Alaçam da çeltik tarlalarında diz üstü kara lastik çizmelerle suyun içinde ki boy boy insanlar..
Vezirköprüde ki çoban kadınlar..
Ayvacık ta dev kazanlarda pekmez yapan, Yeşilırmak a doğru derin derin duygularla dalan canlar.
Rize de çay bahçelerinde o yeşil denizde peştamalli yurdum insanı...
Nedense odun ateşinin közünde demlenmiş çay gibidir bende kırsal  
Özü bozulmasın diye öğretilerine değerlerine sahip çıkan saf temiz yurdum insanı.
Çayın tadı bozulmasın diye kıtlama şekerlerin tereklerde yer aldığı günler benim çocukluğumda kaldı belli.
Ama bende ki Anadolu hep o demli çay tadında.
Her ne kadar bugün  Anadolu eski Anadolu olmasa da.
Konum gereği çok zor bir coğrafyanın çocuklarıyız.
Hızla gelişen, dönüşen, değişen dünyaya Anadolu kültüründen geçiş hiç de kolay olmuyor.
Hepimiz ayrı kulvarlarda bu hızlı düzene ayak uydurmak için çabalayıp duruyoruz.
Genel kültür, gelenek görenek derken sürdürülegelen alışkanlıklarımızı bir kenara bırakıp ülke olarak biranda uyum sağlamamızda beklenemez.
Değerlerimizi koruyarak, yaşatarak yeni dünyanın hızını yakalamaya çalışmakta en çok zorlandığımız konu ise detaylı, ölçülü düşünme ve sonuç odaklı çalışma yeteneğimizin gelişmemiş olması.
Olduğumuz yeri varetmek yerine hep daha iyi için bir yerlere gitme, göçme telaşındayız.
Olduğumuz yerde olgunlaşıp meyve veremiyoruz, hemşehricilik duygularımız çok zayıf.
Ne eski yapılarımızı ne de eski bize ait geleneklerimizi koruyabiliyor özünde yaşatabiliyoruz.
Olduğun yerde olgunlaşmak için gönül dağının, can özünün nereye aktığını iyi bilmek gerekiyor.
İşte orda başlıyor hemşehricilik, süreklilik, mülkiyet duygusu, mekansal varoluş çok önemli kök salmada olduğun yeri var etmekte..
Son yıllarda en çok üzüldüğüm konulardan biriside eskiye olan hürmetin azalması ve günden güne hoyratlaşan bir toplumsal düzen..
Yeniye karşı doğru eğri demeden olan düşkünlük ise bence artık korkutan boyutlarda..
Çevremizi, fiziğimizi, kıyafetimizi değiştirerek bir yerlere ayak uydurma telaşındayız.
Tatil tatil, mekan mekan gezerek rahatlama çabalarındayız..
Oysa ki atladığımız en önemli şey ruhumuzun yenilenmesi değil mi?
Düşünmeden, sorgulamadan bize on gömlek büyük gelen bir giysiye bürünmek, en lüks yerlerde yaşamak, en lüks arabalara binmek neyi değiştirir.
Onların içindeki ruh aynı yerindeyse, nereye gitsen senle gelmez mi?
Bugün sadece kendi şehrimizde ki göç oranlarına bakınca, göç hikayelerini dinleyince, oturup bir köşeye alış veriş merkezinde ki o ilginç manzaraları seyredince hep daha derin sorgularım..
Doğduğun huzur bulduğun yerde var olmak mı..
Doyduğum yer deyip özünü geride bırakıp oraya kök salmaya çalışmak mı..!
Neşat Ertaş la başladım yine onla bitireyim bu yazımıda..

'' Gönülle yaşarsam dünya benim
  Gönülsüz yaşarsam dünyayı neyleyim.''

Yeşim...