Can Dost

Can dost

Ellerini açtığında, semaya uzandığında tutamayacağın sandığın yıldızlara dokunduğunda

güneşin seni ısıtırken hiç bu kadar mutlu olmadığında

ılık esen rüzgar yüzünde saçlarında dolaşırken yaşadığın huzurda

kör olup göremediğin barışta ,

din, dil, ırk, demeden savaşmayıp paylaştığın yaşamda

bir yudum suda, tek nefeste, bölüştüğün lokmada

seni tanımayan hayatlara ismini yazıp dokunduğunda

tek kelime etmeden gözlerinle konuştuğun

yanında olsun olmasın kalbinin en saklı köşesinde

var olan can dostta saklı yaşam...


yeşim ce...


her şeyin güzel yaratılıp çirkinleştiği dünyada yürüdüğümüz bu kısa hayat çizgisinde iyi ki varsın diyebileceğimiz can dostlar la olmak can dost olmak dileğiyle...

27 Ocak 2014 Pazartesi

VAKİT AHDE-VEFA VAKTİ …


1977’li yıllarda ben çocukken Samsun’un kendine ait bir aurası vardı. Ülke genelinde fuar denildiği zaman İzmir den sonra adı gelen şehrimiz her yaz yüzlerce insanı bu şehre çekerdi. Çevre illerden Zonguldak’tan Artvin’e kadar uzanan bu sahil şeridi insan ı, fuarın açık kaldığı iki buçuk ay içinde muhakkak ki bir hafta sonunu bu şehir de geçirirdi.

O tarihlerde bu şehirde çocuk olanlar iyi bilirler. Muhteşem ışıklarıyla duvarlardan sarkan kristal taşlarıyla PAŞABAHÇE standı, çayı ile ÇAYKUR, çikolatası, meşhur fındık ezmesi, tane fındığıyla FİSKOBİRLİK, SAGRA standları... SAMSUN sigarasının standı tütün kolonyasının o ağır ama muhteşem kokusu ise  hala burnumda, özlemlerimde...

Ya lunaparkın önünde ki renk renk tavşan balonlarıyla şapkasındaki düdüklerle baloncu Samet. Çinko kaplardaki sapsarı salatalık turşuları, beyaz önlükleri ile gelin arabası gibi süsledikleri el arabalarında ki mısırcılar… Nerde o zaman adım başı dönerciler,  fuarın içindeki dönerci kuyrukları… Bunların hepsi ayrı ayrı hafızamdan silinmeyen anılarla dolu fotoğraflar.

Ve her fuara gidişimizde düğüne gider gibi süslenişlerimiz… Süslenirdik çünkü çok önemserdik. O yıllarda herkes fuara gitmeyi o stantları gezmeyi açık hava sinemasında film seyretmeyi, sahildeki tahta sandalyeleriyle meşhur çay bahçelerinde oturmayı severdi.
Samsunlu olmanın en büyük özelliğiydi yazın en güzel zamanlarının geçtiği o yıllar.

Neco gazinosuna, Faço restorana her yaz gelen ünlü isimler ve konserleri ise olay olurdu. Ünlü sanatçılar yarışırlardı, Samsun Fuarında çıkmak için onlar için ayrı bir prestijdi ve bu şehir bunu kaldırıyor o kültüre cevap verebiliyordu. O ünlü isimlerin bu şehre gelmeleri kadar o konserlere gitmekte ayrı bir olaydı. Yine her yıl çeşitli ülkelerden  gelen folklor ekipleri ise ayrı bir renk katardı. Danslarıyla festivalleştirirdi adeta fuarı.

Ve sadece yazın bu şehre gelen giden insan sirkülasyonu ve akan para direk şehir esnafına ve dolayısı ile şehir ekonomisine yansırdı. Bölgenin turistik yönünün öne çıkmasına ve sosyal yapısının olumlu bir şekilde gelişmesinde büyük rol oynardı. Zaten tarım ve sanayisi istenilen seviyeye hiçbir zaman ulaşamayan bu şehir fuar sayesinde bölgede ki cazibe merkezi olma özelliğini korurdu.

Kısaca sevgili Samsunlu hemşerilerim o yıllar bir başka keyifliydi. Evet biz çocuktuk belki  gözümüzde büyüttük gibi düşünebilirsiniz o yılları ama  çok yanılırsınız..çünkü hala iç çeken yaşlı isimler tanırım o yıllar için..

Bunları sizlerle paylaştım çünkü o yılları ve Samsun’u az çok fotoğraflayın istedim gözünüzde. O yıllarda istatistik verilere dönülüp bakıldığında bu şehir göç veren değil aksine civar il ve ilçelerden göç alan bir şehirdi.
Çünkü Samsun Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirdiğinizde Türkiye’nin kuzey ortası hava, kara, deniz tren trafiğine sahip sayılı illerinden biriydi. Kuzey Anadolu’nun en büyük ili, Karadeniz Bölgesinin en önemli kenti ve ticaret limanlarından birine sahipti. O yıllarda tamamen mahalli imkanlarla, sosyo-kültürel yapıyı ekonomiyi, endüstriyel, tarımsal gelişimi sağlamak ve iç turizmi canlandırmak amacıyla 1963 yılında 19 Mayıs Karadeniz Fuarı adı ile açılmış, 1964’de de Bakanlar Kurulu Kararı Türkiye’nin ilk milli fuarı kabul edilmişti.



İşte bu mahalli imkanlarla hayata geçen fuar bir şehri bu kadar mı etkiler ve geliştirirdi.Tarihi doku yönünden Atatürk ün 19 mayıs 1919 da tütün iskelesinden karaya çıkmasıyla başlayan kurtuluş savaşı mucadelesinin temsilcisi olarakta görülen bu şehir, maalesef o yıllarda yakaladığı gelişmişlik hızını fuarın son bulmasıyla kaybetmiştir.

Sadece fuarını kaybetmemiş hemşerilik ruhunu da fuarla birlikte çok gerilerde bırakmıştır. Yatırımlar başka illere kaymaya başlamış yabancı sermaye şehre girmeye ve kazanılan her kuruş bu şehre yatacakken dışarıya vergi olarak akmaya ve dolayısıyla zorlaşan yaşam şartları da şehri göç vermeye zorlamıştır.

Fuarın kaybolmasıyla birlikte sosyo-kültürel yapıda da bir gerileme söz konusu olmuştur. Şehir üstüne düşen görevi yerine getirememiştir. Ne ticaret ve sanayi odaları ne esnaf odaları nede belediyeler bu konuda hem sanayicisini hem de dışarıdan bu şehre gelerek para kazanan özellikle finans sektörünün asıl sahibi bankaları yeteri kadar tetikleyememiş şehre gerekli katkılar sunmalarını gerektiğini gösterememişlerdir.

Bir ülkenin bir şehrin gelişmişliği sosyo-kültürel yapısıyla, dışarıdan akan yerli yabancı turist sayısıyla direkt orantılıdır. Sirkülasyonu olmayan bir şehrin kendi yağıyla kavrulur ekonomisi de imkanları ölçüsünde olacaktır. Bu şehir için önem arz eden korunamayan bu değerler gelişme hızımızı kesmiş elimizi kolumuzu bağlamış ve bu şehir çok uzun yıllarını bu durumu seyrederek geçirmiştir.

Son dört yıldır Samsun tekrar yapılan yatırımlarla canlanmaya başlamıştır. Çok yakında faaliyete geçecek olan fuar ve kongre merkezi ile eski nostaljisini yakalayamasa da daha etkin organizasyonlara ev sahipliği yapacaktır. Yıllarca konaklama sıkıntısı çeken Samsun şimdi peş peşe açılan otelleriyle bu sorunu da çözmüş açılan alışveriş merkezleriyle civar illeri hafta sonları bu şehre toplamaya başlamıştır.

Bir doğu bloku ülkesi olan Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte kapılarını dünyaya açan karşı kıyılar, 500 milyon dolarlık bir pazarla kucak açmış bizi beklemektedir. Dışarıdan gelen yatırımcılar maalesef bizden çok daha iyi gördükleri bu pazardan dilimlerini kapmak için bu şehre hiç düşünmeden milyon dolarlık yatırımları yapmaktadır.

Bence en büyük fırsat zamanıdır bu zaman. Yapılan turizm master planının bütçesel kısmının büyük bir bölümü bu şehirden para kazanan iş dünyasının ve yabancı yatırımcının bu güne kadar yapmadığı katkıları bu şehre yaptırmak, ilçe turizmini artırıp tekrar ilçe ve merkez ekonomisin canlandırma kazandığı insan sirkülasyonu ve potansiyeli ile kaybettiği yılları hızla geri kazanmak için çalışmalarını hızlandırmalıdır.

Yakakent’ten Terme kıyılarına kadar uzanan sahil şeridi ve Havza, Kavak, Ladik, Vezirköprü bileşkesiyle karasal ayrı bir yapı çizen Samsun termali, kanyonu, kayak merkezi, Kızılırmak Deltası ile kendini cazibe merkezi yapabilecek özelliklere sahiptir ama yine maalesef demek zorundayım şehre gerekli katkıyı sağlayamayan sanayici ve finans sektörünün asıl sahibi bankalar kadar turizm dernekleri de bu konuda gerekli çalışmaları yapamamışlar bu şehri tanıtmakta çok geç kalmışlardır.

Geçmişi geride bırakıp önümüze bakma zamanıdır bu gün. Bu şehir hak ettiği noktaya biran önce taşınmalı şehrin dinamikleri özellikle odalar ve belediyeler bu konuda çok ciddi sürdürülebilir politikalar geliştirmelidir. Bunu çok önemsiyorum çünkü yabancı yatırımcının bu şehir için öngördüğü tablo çok etkin ve gelecekte çok büyük kazançların kapısının açıldığı bir yer olacağının hesaplarını çoktan yapmış bulunmaktadır.

Bu güne kadar keşfedilmemişte yeni keşfedilen bir şehir değildir Samsun. Karşı kıyılarda ki pazarın odak noktası olacak bu şehir de gelen her yabancı yatırımcı bu şehre ciddi katkılar sağlayacak çalışmaların içine sokulmalı bu şehre olan ahde vefasını yerine getirmelidir.

DOĞDUĞUN YER DEĞİL, DOYDUĞUN YERDİR TOPRAK demiş atalarımız. Bu topraklarda doyuyorsak hakkını, hem doğup hem doyuyorsak vefa hesabını hep birlikte vermeli Karadeniz’in incisi bu güzel şehirde, hemşerisi olmanın güzelliğini ve gururunu hissetmeli, hissettirmeliyiz.




                                                                                                Yeşim GÜRSOY

19 Ocak 2014 Pazar

 BUNUN ADI KADER Mİ ?

Bazen başlık parası, olur küçük bedenin
Bazen ortasındasın, kör olası berdelin
Kaçışın yok yağmurdan
Doluya tutulmadan
Ya gelin olacaksın
Ya da vurulacaksın
Bakmaz gözün yaşına, ne baban ne akraban
Kurban eder töreye, 
Canına acımadan...
                                         (Mehmet Fikri ÖNALAN)

Kız çocuğunun kaderi yüzyıllardır çözülemeyen, aslında yanlış bir kelime kullandım çözülmek için çaba sarfedilmeyen en büyük kanayan yara olmaktan bir adım öteye gidememiştir..Ne gelişen teknoloji, ne ilmin irfan nın artması, nede demokraside  varolan eşitlik yasaları parmak basamamıştır bu mevzuya.Aksine görmezden gelinen bu sorun artık sivil toplum örgütleri ve yazılı görsel basının önlerine sürekli sunmasıyla yeni yeni konuşulur çözüm aranır hale gelmeye  başlamıştır.

Sorun kadının, kız çocuğunun sorunu gibi görünsede bütün sorun kadına ve erkeğe  bu çözümsüzlüğü yaşatan toplumsal tabularda ve nefsini bir türlü kontrol edemeyen erkeğe aittir aslında.

İki ayrı fıtratla farklı genler ve özelliklerle yaratılan kadın ve erkek birbirini tamamlamak için dünyaya gönderilmişken nedir bu kadın ve kız çocuğunun çilesi diye sormak lazım..

Peygamber efendimizin yaşadığı 600 lü yıllarda diri diri gömülen kız çocuklarının neden buna maruz kaldığını bu günlerde şahit olduklarım, bilakis tanıştığım bu çocuklar sayesinde çok daha iyi anlıyorum. Her kötülüğün başı gösterilen kadının ortadan kaldırılmaya çalışılmasının asıl sebebi, o kötülükleri yapanların kendilerini kontrol etmek yerine sorunu gözünün önünden uzaklaştırarak günahtan kaçma çabaları değil midir.

Çocuk gelinler ve ensest sorunu gerek ülkemizde gerekse dünya  genelinde önlenmesi için en az adımın atıldığı sorunların başında geliyor.UNICEF in en son raporunda dünya çapında 25-49 yaşları arasında yapılan çalışmada 400 milyondan fazla kadının çocuk yaşta evlendirildiğini işaret ediyor.

Sadece Diyarbakır Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde 2010 yılında 573, 2011 yılında 520, bu yılın ilk 8 ayında ise 193 olmak üzere 18 yaş altındaki toplam 1286 çocuk anne olmuştur..!
Almanya da her yıl 3 binden fazla genç kadın zorla evlendiriliyor. Bunlardan yüzde 30’u ise 18 yaşın altında; yani çocuk.
Devletler önlem almamayı sürdürdüğü takdirde, 2020 yılına kadar 100 milyon çocuğun ‘gelin’ olacağı tahmin  ediliyor.

Bu sorun artık küresel bir sorun olarak kabul edilmekte.Türkiye de doğuya doğru yaygınlık gösterdiği düşünülen bu durum gelişmekte geri kalmış diğer dünya devletlerininde baş sorunlarından birisi.

Sorun evdeki ebeveynden, mahalle muhtarına, doktora, imama kadar giden geniş ve organize bir çözüm ağı çalışması gerektiriyor.
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) geçen sene bir alt komisyon kurarak hazırladığı raporu artık hayata geçirmeli ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve bakanlık bu raporları dikkate alıp yaptırım gücü yüksek kanunlar çıkarmalıdır.

Çocuk yaşta evliliklerin sonuçları ise her biri farklı, evlendiği kişiye göre değişiklik gösteren sonuçlarla ortaya çıkıyor. Kimi evleneceği kişiyi tanımadığı için ya da tanısa bile sevmediği, zorla evlendirildiği için; evlendiği gece kağıt üzerinde kocası olan kişinin anlayışsızlığı üzerine, kocası tarafından tecavüze uğruyor; kimi, çocuğunu doğururken ameliyat masasında kalıyor ya da bazıları henüz kendi çocuk olduğundan çocuk yetiştirmenin bilincinde olamıyor. Dolayısıyla çocuğunun da sağlığı tehlikede olabiliyor. Bir çoğu karın tokluğuna çalışan ev işçisi oluyor, kocasına en ufak bir itaatsizliğinde koca şiddetine maruz kalıyor, kimi zaman kadın cinayetine kurban gidiyor, kimi ise yaşadığı acıların son bulmasını istediği için intihara sürükleniyor .

Her gün önümüze onlarca Şehri ler,Kader ler koysalarda bu eli kolu bağlı seyredişin utancını ne zaman sonlandırmayı düşünüyoruz.Yoksa hala herşeyi bilip görüp tanık olduğumuz bu tecavüzlerin,bu intiharların, bu cinayetlerin, bu sübyancılığın adına hepbirlikte KADER mi diyoruz.

12 Ocak 2014 Pazar

GÜNEŞ’İ  BEKLERKEN…

Evimin bir cephesi denize karşı ve ben her sabah güneşin doğuşunu bekleyerek güne başlarım. Her gün bana, bir önceki günden daha farklı doğar sanki güneş. Çocukluğumdan gelen alışkanlıklarımdan biridir, güneşin doğuşunu seyretmek. Bunları okurken çok romantik bir insan olduğumu düşünenleriniz olacaktır muhakkak ama benim güneş e karşı olan bu ilgim din öğretmenimizden dinlediğim ve çok etkilendiğim Hz. Yusuf’un hikayesiyle başlar aslında...

Kardeşleri tarafından, babası Hz. Yakup’un en sevgilisi olduğu için kıskanılarak kuyuya atılır ve günlerce güneşi görmek için sabırla bekler Hz. Yusuf. Çok karanlık geçen günler sonunda oradan geçen bir kabile tarafından bulunup kuyudan çıkarılmasıyla güneşe güne kavuşan Yusuf, köle olarak satıldığı Mısır kralının karısı Züleyha’nın aşkına karşılık vermediği için tekrar zindanlara atılır.

Yusuf’un yıllarca süren güneşe hasret kaderi onun dünyada ki en büyük sınavıdır. Karanlıklar içinde günlerce düşünür Yusuf. Bir zamanlar birbirlerini bu kadar çok seven aynı şeylere inanan, aynı şeyleri düşünen kardeşleri şimdi ne olmuştur da bu kadar büyük bir gaflet ve ihanet içinde olmuşlardır. Yusuf ne yapmıştır da şeytan kardeşleriyle arasına girmiş ve onu bu karanlık kuyulara attırmış ailesinden ayırmıştır. Her karanlığa düştüğünde Yaradan’a olan inancını kaybetmeyen Yusuf, o görsün görmesin güneş in aynı güzellikte günü aydınlattığına inanmış ve sonunda hak ettiği aydınlıklara kavuşmuştur.

Çok önemli bir coğrafyada bulunan Türkiye, Ortadoğu ve Batının tam orta yerleşkesinde, her iki kültüründe değerlerini birleştirerek oluşturduğu yeni kimlikle dünya ya varlığını ispatlamış bir ülkedir. Hiç bir gücün bize bu saatten sonra batılı ya da doğulu kimliği ile tanımlaması mümkün değildir. Müslüman aynı zamanda medeni ve örnek bir ülkedir. Bu güne kadar bizim topraklarımız üzerinde her türlü inanca yer verilmiş, her türlü inançtan insanlarla kardeşçe yaşamayı başarmışızdır. Ezan sesleri ile çan sesleri yeri gelmiş birbirine karışmış imamlar ile hahamlar rahipler aynı anda dua etmişlerdir. Fatih İstanbul’u fethettiğinde ilk işi herkesi ibadetinde serbest bırakmak olmuştur. Batının alfabesini almamız, şapkasını takmamız Müslümanlığımızdan hiçbir şeyi eksiltmemiştir. Hızla gelişen dünyanın yarışı içinde asla geride kalmamış yetişemesek te kimliğimizi bozmadan değerlerimizi koruyarak bu güne gelmeyi başarmışızdır.

Bir elimiz Avrupa ile el sıkışırken bir elimiz Ortadoğu ile el sıkışmaktadır. Kurduğumuz bu önemli köprü hem Müslümanlığın hem de medeniyetin gerçek köprüsüdür. Kurtuluş savaşından bu güne sınırları çizilen bu ülkenin belki karasal savaşları bitmiş ama üzerinde oynanan stratejik ve psikolojik savaşları asla son bulmamıştır.

Son yıllarda dünyaya çizdiği yükseliş tablosuyla ciddi değerler kazanan ülkemiz şimdi çok zor günler geçirmekte, dış güçlerin eleştirilerine ve kınamalarına maruz kalmaktadır. Olayların gerçek boyutu anlaşılana kadar hepimize çok büyük görevler düşmekte yazılanlar, söylenenler ileride birbirimizin yüzüne bakamayacağımız boyutlara ulaşmamalıdır.

Bu durum karşısında etkilenmemek kayıtsız kalmak ise imkansız. Beni en çok üzen ve etkileyen şey ise bizim kardeş kardeşe düştüğümüz bu durum.
Bir zamanlar aynı ideolojilere inanmış aynı insanlar şimdi stratejiler değişti diye düşman mı olmalı?
Hangi kardeş, hangi kardeşi kuyuya atmalı?
Biri karanlıklarda kalırken, hangisi kazanmalı?
Tabi ki hiçbiri olmamalı, olması gereken
Bu polemikler biran önce son bulmalı
Oynanan oyunlara gelinmemeli  
Bu ülke daha aydınlık güneşi beklerken, karanlıklarda kaybolmamalı.



5 Ocak 2014 Pazar

SÖYLE BANA,
SANA SORDULAR MI ÇOCUK.
BENİMLE DÜNYA DA OLMAK İSTERMİSİN DEDİLER Mİ
BURDA SAVAŞ VAR ,AÇLIK VAR
YALINAYAK KOŞMALAR,KORKARAK KONUŞMALAR VAR DEDİLER Mİ
HERŞEYE AĞLAMAK, HERŞEYE GÜLMEK YOK 
SEN ŞEKER İSTERKEN, EVDE EKMEK YOK DEDİLER Mİ.
ELİNDE KALEM VARKEN ,OKULA KOŞARKEN
O KÜÇÜCÜK AVUÇLARA TAŞLAR VERDİLER Mİ..
PARLAK İSKARPİNLERİ,
FIRFIRLI ELBİSELERİ SANA GİYDİREBİLDİLER Mİ
SÖYLE BANA ÇOCUK SÖYLE
ONLAR SENİN ÇOCUK OLDUĞUNU BİLEBİLDİLER Mİ

Yeşim GÜRSOY

Z  RAPORU….

Koskoca bir yılı daha geride bıraktık.
Biz bir elmanın iki yarısıyız diyen karşı cinsimizin,
Yuvayı dişi kuş yapar, kadınlarımız baş tacımızdır diyen bir toplumun,
Milyonlarca kadınından biri olarak,
Dinimizce cennet bize bağışlanmışken,
Dünyada neler bağışlanmış diye bakmak amacıyla,
Bu yılın ilk köşe yazısında geçen yılın kadın ve çocuk raporunu sizlerle paylaşmak istedim.

     550 Milletvekilinin 79’u ( % 14.2)
       26 Bakandan 1’i
  2.924 Belediye başkanından 26’sı ( % 1)
34.210 Muhtardan 65’i ( % 0.2)
       81 Valinin 1’i
     103 Rektörün 5’i
     185 Büyükelçinin 21’i
       26 Müsteşarın hiçbiri
               TOPLAM
38.105     koltuğa       198    koltuğumuz var 

      885 kadın cinayeti ve intihar vakası
          4 bin kadın cinayet vakası ise son sekiz yılda kayda geçen
             * Kadın İstihdam oranları çok düşük kayıt dışı istihdam ise
             rakamsal boyutu belirlenemeyecek durumda.
              * Kadınlara ve çocuklara taciz ve tecavüz sayısı ise yüzbinlerce 
              Sadece 8 bine yakın çocuk bu yıl cinsel suça konu oldu ensest
              ve çocuk pornografisi başta olmak üzere
        15 çocuk aile içi şiddet sonucu ölüm 
      130 bin çocuk gelinimiz var  (bu konuda Avrupa ikincisiyiz)
          3 bin sokak çocuğumuz var(Sokak Çocukları Araştırma
             Komisyonuna göre bu rakam 40 bin)
       4.5 milyon çocuk işçimiz  (90 bini güneydoğu ağır işçi)
          2 bin 550 uyuşturucu kullanan çocuğumuz var
             *Cocukların suça karışma oranı ise son 5 yılda 2 kat artış
              gösterdi, Gasp % 80, hırsızlık % 300 arttı ( Türkiye de hırsızlık
     suçundan yakalanan 100 kişiden 34 ü çocuk )
        25 binin üzerinde devlet tarafından koruma altına alınan çocuk var
           2 milyon 100 bin çocuk engellinin okullaşma oranı %2
              (Özel eğitim dahil ilköğretimden faydalanan engelli çocuk sayısı
              28 bin)
            
              *Yüzlerce Ayaz bebek gibi açlıktan ölen ya da beslenemediği
                İçin gelişemeyen bebeklerimiz var.
        
              *2002 yılında aralarında kaymakamlık yazı işleri müdürü ,
               Bir yüzbaşı,muhtar ve korucuların bulunduğu 28 kişinin cinsel
               İstismar ve tecavüzüne maruz kalan 13 yaşındaki N.Ç. isimli kız
               çocuğunun bunu kendi rızasıyla yapmış olduğuna karar verip
               ceza indirimine gitmiş hakimlerimiz ve bu tranvanın üstüne hala
               hükmü yüksek kanunlar çıkartamayan hukuk sistemimiz var.
      
               Yani var da var! Bu liste sayfalarca eklemeler yapılarak detaylandırılabilir. Raporu iki cümle ile özetlemek gerekirse; artılar yerinde saymış, eksiler artarak çoğalmış. Üstelik bu verilerin çok da sağlıklı olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü kayıt dışı birçok vaka daha var.
             
              Ancak her şeye rağmen Nazım Hikmet in dediği gibi,
sofradaki yerimiz hala değişmeden, öküzümüzden sonra gelse de, önümüzde yepyeni umutların olduğu yeni bir yıl daha var.
                





HAYALPEREST BİR KADIN

2007 yılında TOBB Başkanı Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun ülke genelinde bulunan bütün oda ve borsalar içinde aynı zamanda bir kadın girişimciler kurulu kurulmasını istemesiyle birlikte Samsun Ticaret ve Sanayi Odası (STSO)’na iş kadınları olarak davet edildik. Aynı zamanda Avrupa Odalar Birliği (EUROCHAMBERS)-Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Hisarcıklıoğlu Avrupa Birliğinde 2004 yılında başlayan kadın istihdamı ve karar mekanizmalarında kadın sayısını artırmak, kadının hem kendi hem ülke ekonomisine katkısını sağlamak amacıyla başlayan yapılanmasını Türkiye’ye taşıyarak kadın adına başlatılan en büyük yapılanmalardan birini gerçekleştirmiş oldu.

2013’de altı senesini tamamlayan bu kurulun içinde tam beş sene aktif görev aldım. Bu zaman zarfında gerek uluslararası gerek ülke genelinde katıldığım birçok toplantıda öğrendiğim en önemli şey biz kadınlar tarihin her safhasında olduğu gibi burada da erkeğin arkasında ki yerimizi bilmemiz gerektiğiydi. Dünyadaki diğer kadınların durumu da bizden çokta farklı değildi. Sorunlar aynı sadece gelenek görenek yapısının ülkeler üzerinde oynadığı roller, kültürel farklılıklardan dolayı kazanılan özgürlükler farklıydı.

Sayın Hisarcıklıoğlu her yıl yapılan olağan kurulda “Böyle bir kurulu kurduğumuz için bundan çok memnun olmayan bir sürü zihniyetle karşı karşıya kaldığımda onlara söylediğim tek şey sizlerin bizlerin arkasında değil, artık yanında, hatta yaratılışınızın inceliğinden dolayı yeri geldiğinde önde olmanız gerektiğinin zamanının geliyor da geçiyor olması, ben sizlerin bunu yapacak güçte olduğuna inanıyorum. Ancak baştan söyleyeyim, benim koltuğum hariç..! Şaka bir yana diğer bütün koltuklara ben de burada ne zaman nasıl oturabilirim diye bakmak zorundasınız. Bunun için çok çalışmak gerekiyorsa çalışmak zorundasınız, farkındalık adına ne yapmanız gerekiyorsa üsluba uygun her türlü yarışın içinde yer almalısınız.’’ sözleriyle farklı bir rota çizilmesi gerektiğini belirtiyordu.

Her toplantı sonrası, ben ve arkadaşlarımın şehre dönüşü, bir yol boyunca yüklendiğimiz bu motivasyon ve enerjinin hayalleriyle dolu dolu olurdu.

O zamanlar çok düşünürdüm acaba bu sözleri ne kadar gerçekçiydi. Bunu en iyi gösterecek ölçü ise zamandı. İşte o zamandan bugüne koskoca altı yıl geçti. Bir oda seçim dönemini yaşadık. En azından tek olan koltuğumuzu koruduk. Yanına bir ilave yapamadık. Kurullar bu gün kendi yağıyla odanın himayesinde faaliyetlerine devam ediyor. Var mıyız varız!

Şimdi içimizden bir belediye başkanı adayı çıkardık. Aynı zamanda Çarşamba TSO da meclis üyeliği görevi de yapan arkadaşımız Tülay Özçelik Kavras’ın heyecanla o koltuktaki yerini almasını bekliyoruz.

TOBB başkanımızın verdiği çabanın bir benzerini sayın başbakanımız yaptığı birçok açıklamada dile getirmişti. Kadın adaylar çıkarma noktasında başarısız olduklarını özellikle Anadolu’da kadın adaylar istediklerini belirtmişti. O sözlerin üstünde bir seçim dönemi geçti meclisteki koltuk sayısındaki artış yüzde on bile olamadı.

Şimdi yine bir seçim dönemi ve ben soruyorum, Sayın Hisarcıklıoğlu Ticaret Odalarında görev almış kadınlardan kaç kadın belediye başkanım, kaç muhtar adayım var diye merak ediyor mu?
Sayın Başbakanım, kadın adaylarıma öncelik tanıyacağım ne olursa olsun şans vereceğim diyor mu?
Gazeteler şu başlığı atmak için heyecanlanıyor mu?

HİSARCIKLIOĞLU ADAYLARI BULDU, BAŞBAKAN KOLTUĞA OTURTTU…


BOŞ VARİL…

İki üstat yolda yürürlerken birden yukarıdan aşağıya kendilerine doğru yuvarlanan iki varil görürler. Üstadın biri arkadaşına dönüp ‘’çok ilginçtir üstadım, ikisi de aynı varil neden birinin sesi bu kadar çok çıkıyor ‘’  diye sorar..
Diğer üstat cevap verir…
‘’Neden olacak, muhakkak ki birinin içi boştur üstadım. ‘’

Bu günlerde ülkemiz yine çok etkileyici, çok sesli gündemlerle zorlu bir sürecin içine girdi. Gerek coğrafi yapımız, gerek stratejik konumumuz yüzünden ülkemiz üzerinde oynanan siyasi oyunların sonu gelmek bilmiyor. Günlerdir  yazılanlar, anlatılanlar, seyrettiklerimiz bana göre çokta şaşırtıcı şeyler değil.

Şuanda gündemde hükümet var, cemaat var, muhalefet var, kanun var, savcı var, polis var, ortada işlendiği üzerinde konuşulan büyük bir suç var,, Her kim ne yaptıysa vatandaşın hakkı nasıl yendiyse hesabı da öyle sorulsun. Burada beni en çok rahatsız eden konu olayın rüşvet ve yolsuzluk ötesinde başka boyutlara taşınarak yine Müslümanı Müslümanla karşı karşıya getirme noktasında dış güçlerin elde edecekleri başarı. Hem İslami açıdan hem ekonomik olarak sergilediğimiz tavırdan, elde ettiğimiz başarıdan rahatsız olanlar var.
Devletlerin savaşı bitmez. Lütfen bunu görelim. Evet kayıtsız kalmayalım ama biz savaşmayalım.

Kendimizi bildik bileli dünyada siyasi komplolar, skandallar, rüşvetler,  yolsuzluklar yüzünden hükümetler parçalanarak son bulmadı mı? Koskoca Osmanlı 600 yy. sürdürdüğü yönetimi sırf bu konular yüzünden kaybetmedi mi?

Kim kusursuz! Gidenler mi, kalanlar mı, şimdikiler mi, biz mi?
Bu günlerde de çıkan gürültünün fütursuzca araştırmadan, kulaktan kulağa yazılanların söylenenlerin hesabı yok. Yerel basın, ulusal basın, medya bu günlerde çok yoğun. Sosyal medya ise amiyane bir tabir olacak ama yıkılıyor. Dün dost olanlar bu gün kanlı bıçaklı, dün göğe çıkarılanlar bu gün yerin dibinde. Bilende konuşuyor bilmeyende.

İnsanın en kıymetli ilişkisi, kendisiyle olan ilişkisidir. Bu durum aynı zamanda ülkeler içinde geçerli. Bumerang yasasını unutmayalım. Ne atarsak bize o geri dönecek.

’Konuş ki seni göreyim ‘’demiş Sokrates. Konuşalım, yazalım, çizelim ama şunu lütfen göz ardı etmeyelim, bu gün konuştuklarımız yarın kaderimizi belirleyecek. Gereksiz gürültüden aslı duyamaz olduk. Yine aynı gaflet içindeyiz. Eski manzaralarla karşı karşıyayız. Ancak eski manzaralara yeni gözlerle bakmak zorundayız. Elimizdeki kalemin ucu sivri dilimizin de kemiği yok. Ama yazdıklarımızla, söylediklerimizle etkilenecek strateji belirleyecek çok.

Yunus Emre nin dediği gibi, baş kestiren, balyoz gibi sözler yerine anlaşmazlıklara tezatlıklara son verecek sulh sağlayacak en azından galeyana getirmeyecek sözlerle yola çıkmamak lazım.
 
‘’ Söz ola kese savaşı ,
   Söz ola kestire başı,
   Söz ola ağulu aşı
   Bal ile yağ ede bir söz ‘’
  
               Yunus Emre